Hülya Avşar sinemayı sevmedi ancak sinemacılar onu sevmeye devam ediyorlar. Eğer sevseydi bağımsız filmlerde rol alır, festivalleri kaçırmaz, bambaşka bir imaj çizer ve büyür ‘kocaman’ olurdu. Avşar, hayatının başrol oyuncusu olmuştur ve bunu da layıkıyla yapmaktadır, herkesin gözüne soka soka.
Antalya Altın Portakal Film Festivali yetkilileri Hülya Avşar’ı başkan seçerek, isabetli bir karar aldıklarını gösterdiler. Daha festival başlamadan onlarca haber, makale, yorum yazıldı. Önce anti-Hülya’cılarla Mavi Mavi’ciler karşı karşıya kaldı, hemen ardından ‘enteller’le sinemacılar kapıştı ve elbette aydınlar her zamanki gibi suskun kaldı; sonuçta jüri başkanlığı seçimi hem Antalya’ya hem de Hülya’ya yaradı.
HERKES ÖDÜL İSTER
Antalya Festivali, dünyadaki benzerleri gibi çalışıyor aslında; komite, jüri başkanını ve jüriyi belirliyor. Belirlenen filmler oylanıyor ve ödüller veriliyor. Sinema sektörü için önemli bir festival, herkes alkışlanmak, taçlandırılmak ister. Ancak bizim memlekette adettir ya, netice kimseyi memnun etmiyor. Birileri aday gösterilmedi diye söyleniyor, başka birileri ödül alamayınca mızırdanıyor ve çok başka birileri kendilerine belki de haklı olarak ‘haksızlık’ yapıldığının altını çiziyorlar. Adetlerimizden biri de kıyaslama yapmak, basında da var bu hastalık, bizzat sektörün emekçilerinde de. Oscar’la kıyaslarız her festivali, olmadı Cannes’la, en olmadı Berlin’le, Venedik’le. Oysa her festival başka bir amaca hizmet eder. Sundance’ı pek bilmediklerinden cümle içinde kullanmazlar örneğin; ancak Hülya Avşar bir sinemacı olduğu için muhakkak katılmış, mutlaka emek verdiği bunca yıl içinde bilgi sahibi olmuş, hatta Tribeca’ya film izlemeye gitmiştir! Konu bir miktar da Hülya Avşar içeriyor ya, yazmadan duramıyor insan. Gerçi “Ben ne zaman istersem o zaman haber olurum” gibi müthiş bir özlü söze imza attığı için yazmamak daha doğru olurdu ama kalktı artık o gemi, ben de bir önceki cümlede anlattım meramımı…
Tam da 30. yılını özel ve photoshoplu fotoğraflarıyla taçlandırmasının ardından jüri başkanlığı gelince sevindim açıkçası. Sinema, okulluların tekelinde olamaz, sinema sokaktır…
Sıkıcı bir sanat filminde çırılçıplak görüntülenince ödül alır bir oyuncu ama bir melodramda yer alırsa avucunu yalar, döktürse bile. Dünyada da böyle aslında ama gelişmiş ülkeler komedileri de melodramları da onurlandırmayı iyi becerir, küçümsemez. Bizdeki hastalık hem küçümsemek hem de görmezden gelmek.
“Hülya Avşar iyi oyuncudur” diyen de haklıdır “Değildir” diyen de. Ancak onun oyuncu olmadığını söyleyemeyiz çünkü oyuncudur. Sonra şarkı söylemiştir, albüm yapmıştır, televizyon sunucusu olmuştur ayrı. Avşar oyuncudur, eleştirdiğim yer işte tam burası. İyi bir oyuncu olabilecekken, sıkı filmler çekebilecekken, sinematografisine başarı basamakları ekleyeceğine her nedense magazin basınıyla iç içe olmayı, albüm yapmayı tercih etmiştir. Kendini sinemaya adamasını bekledim her zaman, bir festivali desteklemesini, para kazanmadan risk alarak bağımsız filmlerde oynamasını, o kadar. Oynamadı, sanki Hülya sinemayı sevmedi.
FARKINI BİLİYORDU
İbrahim Tatlıses’le, Orhan Gencebay’la, Kadir İnanır’la ve 80’lerin en popüler aktörleriyle oynadığı her filmde aynıydı, tek farkı vardı, güzeldi ve bunu biliyordu. Bunu bilmek onu hem bize kazandırdı bir pop kültür ikonu olarak hem de kaybettirdi bir dünya starı olarak.
‘Mavi mavi’den ‘Bir Kırık Bebek’e, ‘Kısrak’tan ‘Fatmagül’ün Suçu Ne’ye kadar çok sayıda filmde yer aldı. Başyapıtı ‘Berlin in Berlin’di, bir tane daha gelmedi…
Bana kalırsa Hülya Avşar sinemayı yeterince sevmedi, haliyle sinema da onu. Hayatını bir film şeridi gibi sergilemeyi ve kendi hayatının başrolünde oynamayı tercih etti. Ancak görünen o ki sinemacılar onu sevmeye devam ediyorlar, bakalım ‘gelelim portakalın faydalarına’ noktasında neler yaşanacak, Hülya’nın güzel ve yalnız ülkesinde…
‘Hapis’, espri konusu olamaz!
Geçtiğimiz hafta içinde TGRT Haber’de ‘Aziz Üstel ile Gecenin Konukları’na katıldım. Konu döndü dolaştı ve benim de bir zamanlar aralarında yer aldığım senaryo ekibine geldi. Aziz Bey, ‘Ekmek Teknesi’ ve ‘Kurtlar Vadisi’ ile alâkalı sorular sordu her zamanki kibarlığıyla. Tam da cevap veriyordum ki, şaşakaldım!
Mesele şu, gazeteci Mert Ali Başarır da konuktu; ‘Kurtlar Vadisi’nden bahsederken o dönem konsept danışmanı olarak ekibimizde yer alan Soner Yalçın’ın adı geçti. Başarır, öyle bir laf etti ki dondum, buz kestim. Kendince bir espri yaptı, cevap veremedim. Veremedim çünkü nutkum tutuldu, o kadar ‘kötü’ bir espri yapmış olabileceğine inanamadım ve o kadar ‘saçma’ bir şey söyleyebileceğine ihtimal vermedim. Söylediği şey arada kaynadı gitti ama Soner Yalçın için ‘şimdi de kodes danışmanı’ gibi bir cümle kurdu ki, ben unutmak istesem de sadık izleyici/okur onlarca e-mail yolladı ertesi gün, unutturmadı. Bir düşünce adamının, bir gazeteci ve yazarın sadece işini yaptığı için hapiste olduğu bir ülkede yaşıyoruz biz; Başarır ne zaman bu konularla alakalı dalga geçmeyi bırakır, işte biz o gün ‘aşarız’ zaten. Dağları da dereleri de kendimizi de. Şimdilik imkânsız yani!
KIRCA VE ATAMAN KOMİKLİĞİ
Hülya Avşar’ın sinematografisine baktığımızda 1990’a kadar durmaksızın çalıştığını görürüz. 50 kadar filmin 40’ını 83-90 arasında çekmiştir. 1987 yapımı ‘Bir Kırık Bebek’, 90’da çektiği ‘Benim Sinemalarım’ ve 93’te rol aldığı ‘Berlin in Berlin’ en iyi filmleridir kuşkusuz. Peki, 1995 yılında çektiği klibindeki meşhur popo sallama sahnesiyle hâlâ konuşulan ‘Bu Gece Uzun Olacak’ şarkısı, televizyon programlarında yaptığı popo ellemeli şakalar, yaşadığı aşklar, polemikler mi daha fazla hafızalarda yoksa biraz önce saydığım filmlerdeki sahneler mi? Hülya Avşar istese çok daha fazlası olabilecekken, olmadı.
Levent Kırca’nın Avşar’a tepkisi canlandırdığı karakterlerden daha komik, söylemeden edemedim. Beğenelim ya da beğenmeyelim elli film çekmiş bir oyuncunun yanında Kırca’nın adı bile geçememeliydi aslında. Daha da komik olan Kutluğ Ataman’ın jüri olmak istememesi ama Hülya Avşar’ı destekleyen bir tweet atması, “Hülya Avşar’ın jüri üyeliğini eleştirmek, geri kalmış ülkenin cahil aydın snobizminden başka bir şey değildir. Go get them girl! We love u!”… Snobizme ve cümlenin ikinci kısmına dikkat!!! We love u too, Ataman…