Ülkenin en güzel yanı herkesin bir yerlerden gelmiş olması; sıradan insana, hayatını ‘roman gibi’ hissettiren de bu değil mi? Annemin Türkçe bilmeyen Giritli annesi ve babamın Türkçe bilmeyen Kürt halası bir gün aynı evde buluşmuştu...
HATIRLAMIYORUM ama ailede anlatılıyor, annem ve babamın en sevdiği hikâye çünkü. İki farklı kültür ve geçmişe sahip iki insan evleniyor, bir aile kuruyor; ikisinin de ailesinde Türkçe bilmeyen büyükleri var. Bir gün sırf eğlenmek için ve bu renkliliğin keyfini çıkarmak için, bir araya geliniyor. İki yaşlı kadının bu durumdan zevk alıp almadıklarını bilemem, hatta bu konuyla alakalı bir hikâye yazsam onları çatıştırır ve çok eğlenirdim. Elleriyle kollarıyla, işaret diliyle ve ailelerine olan büyük sevgileriyle, ortak bir noktada buluştukları kesin, en nihayetinde. Türkçe bilmiyorlardı ama Türk bayrağı görünce ağlıyorlardı, böyle anlatıyor annemle, babam.
“KİZİM NASİLSİN?”
Anneannemin ve babaannemin belirgin aksanları vardı.
Giritli gibi değildi konuşması, ‘daha kibar ve şehirli dili’ olan Elenika’yı konuşurdu anneannem ama ne kadar uğraşsa da noktalı harfleri kullanması gereken yerde kullanamıyordu. Kızım dediğini hatırlamam, ben onun ‘Kizi’ydim. Çocukluğumda Rumca öğrenmeyelim diye kardeşimin ve benim yanımda ana dillerini kullanmaz ve Türkçe konuşurlardı. Öngörememişlerdi, aradan yıllar geçince Rumca bilmek pek havalı olacak diye! Aynı şekilde evde herhangi bir Kürtçe kelime duymak da imkânsızdı, babam çekinirdi, öğrenir, ağzımızdan kaçırırız diye. Öyle ya 80’lerde ‘Diyarbakırlı olmak’ pek matah bir şey değildi. “Diyarbakırlıyım” deyince hâlâ şaşıranlar oluyor, “Ama annem Giritli” diye eklerdim, durumu annemin etnik kökeni kurtarırdı yani! Ne kompleks, ne zavallılık!
Sadece benim değil, ülkenin bütününe yayılmış bir zaaf; patlaması gereken bir çıban!
Babaannem ise Çerkez kökenliydi, İstanbul’da doğduğu ve Osmanoğulları’nın bir kolu olan ‘Hatunoğlu’ sülalesinden geldiği için Osmanlıca-Türkçe karışımı bir dili vardı; ‘Estambol’ derdi mesela, babama ‘Onor’ derdi, ‘Onur’ dediğini hiç duymadım. Paşa kızıydı ve bunu çok önemserdi; ailesinden aldığı görgü ve eğitimi torunları üzerinde de devam ettirmek istemiş ve bizimle çok uğraşmıştı; Allah rahmet eylesin.
Neyse, birbirlerini çok seven bu iki muhteşem kadının en büyük tartışmaları yemek konusundaydı. Anneannem pilavın nasıl olup da tereyağıyla yapıldığına anlam veremezken babaannem aynı pilavın zeytinyağıyla yapılmasına şaşardı.
Anneannem zeytinyağlı yemeği ilk yemek olarak servis eder ve ılık yerdi; babaannem et olmayan sofraya oturmazdı. Yemekleri hep sonu gelmeyen sohbetler eşliğinde yapar, birbirlerini eleştirir, sonra da oturup bütün yemekleri bir güzel yerlerdi.
Anneannem yaz tatili boyunca güneşte kalmamızı ister, denizden çıkarmazdı bizi, babaanneme göre ‘göneşlenmek’ ve yanmak şehirli insana göre değildi ve tarlada çalışan ırgatlar gibi olduğumuzu söylerdi; tatil bitip de eve kapkara döndüğümüz zaman.
İkisi de Atatürkçüydü, ikisi de Atatürk’ü gördüğünü söyler, daha fazla kim memleketini seviyor diye ayrı bir tartışmaya girerlerdi.
İkisi de yaşadıkları şehirlerde, farklı siyasi partilerde görev aldı. Okul törenlerimize gelir ağlarlardı, bayrağımızı, vatanımızı çok sevmemiz gerektiğini tembih ederlerdi. Torunların askere gitmesi en büyük
gurur kaynaklarıydı.
Burası tıpkı benim anneannem ve babaannem, dedelerim gibi dört bir yandan gelerek, toprakları için kan akıtarak ve burayı ‘vatan’ yaparak, bize emanet edenlerin ülkesi. Tıpkı sizin büy üklerinizin size emanet ettiği gibi...
Gecikmeli olarak 90. yaşını kutluyorum Türkiyem; çok güzelsin... Her halinle...
SERDAR ORTAÇ, TAŞLAR, 'KAYA'LAR VE 'AH KEŞKE'LER
l Ahmet Kaya’yı 90’larda tanıdım. Milliyet Gazetesi Yılın Spor Ödülleri törenine ağabeyim Kenan Onuk ile beraber gitmiştik, Kaya ile aynı masada oturmuştuk. Ah keşke, bana “Gözüm” dediğinde, “Sen de benim gözümsün” deseydim...
l Caz konusunda uzman olan Onuk ile ortak bir dilleri vardı. Keşke fotoğraf olsaydı elimde, ah keşke sohbetin bir kaydı olsaydı...
l 1999’da, Ahmet Kaya, Magazin Gazetecileri Derneği tarafından aldığı ödülün ardından yaptığı konuşmayla kendi yolunu da değiştirmişti, memleketin yolunu da. Ah keşke orada olsaydım, kimler çatal fırlattı görseydim. Ah keşke orada olsaydım da ellerim patlayana kadar alkışlasaydım.
l Türkiye halkı da Türk basını da uzun süredir böyle sıkı bir söyleme şahit olmadığı için kalakalmıştı! Ah keşke böyle cümleler kuran ağabeyimiz böyle erken gitmeseydi.
l Ahmet Kaya’nın onca eseri içinde Kürtçe albüm var mı hatırlamıyorum ama ah keşke yapsaydı madem onca suçlamayla muhatap olacaktı; ve ah keşke Kürtçe şarkıları Ajda Pekkan’dan dinlemeseydik.
l Ahmet Kaya’nın sonradan düzmece olduğu ortaya çıkan, PKK bayrağı önünde verdiği söylenen konser haberini yapan gazeteler ah keşke bugün kendi iç hesaplaşmalarını yapabilse ve koca puntolarla özür dilese.
l Ahmet Kaya ve Serdar Ortaç şarkılarını, şarkı sözlerini, kişiliklerini, hayattaki duruş ve bakışlarını karşılaştırmayacağım. Gerçi yapsam bu yeni medya düzeninde epey reyting alır. Ah keşke, 28 Şubat’ın en gergin günlerinin yaşandığı o dönemde birileri çıkıp, “Yaşananlardan Serdar Ortaç sorumlu değil” diyebilseydi.