“Ben aynıyım” dese, ona inanır mıyım? Asla! Değişmeyen tek şey değişimdir ve maalesef ne olursak olalım; eski ‘ben’ olamayız. Hele bir kadın bir erkeğe dönüşüyor veya düne kadar marjinal yaşayan dövmeli adam, radikal bir Müslüman olarak hayata devam etme kararı alıyorsa...
Ben çok değiştim, dünkü ben bile değilim. İnsan değiştiğini ancak şapkayı önüne koyup, kendine karşı dürüst olunca anlıyor. Değişmekten kastım, saç rengiyle oynamak değil. Değişim radikal bir olgudur, başkalaşmaktır. İnsan kendi kalarak başkalaşır mı, hayır! Başkalaşırken kendini kaybeder mi? Bazen!
Dün güldüklerime bugün de gülüyorum ama dün ağladıklarıma bugün ağlayamıyorum. Bu bir miktar da büyümek sanırım. Sevgiliden ayrılırken ya da anneye isyan edip odaya kapanırken ağlamak, ancak gerçek bir acıyla yüzleşince başkalaşıyor. Sevdiğiniz birini gömmek üzere hazırlarken mesela, onu yıkayıp sarmalarken, bir zamanlar sevgili için döktüğünüz gözyaşları ne kadar anlamsızlaşıyor. Hastalıkla mücadele eden bir sevdiğiniz varsa mesela, “İndirimi kaçırdım” diye dert eden biri olmaktan uzaklaşıyorsunuz. Acaba acıların erken gelmesi insanı daha mı çabuk ‘büyütüyor’?
HİÇ DEĞİŞMEDİM!!!
“Hiç değişmedim” diyen insandan çekinir oldum bir süredir; insan nasıl aynı kalır? Kalabilir mi? Dün ve bugün aynı olur mu? Annenizin yaptığı, okul sonrası sofrada bekleyen köfte ve patates kızartması, çocukken bir yaz günü mesela deniz kenarında yediğiniz haşlanmış mısır, genç kızlığınızda kilo derdi falan bilmeden ve henüz soğumadan yediğimiz revani; şimdi yediklerimizle aynı mı? Yeseniz aynı tadı alır mısınız? Sanmam; eskiyi hatırlatır bazı tatlar ama aynı olmaz. Anneniz hayatta olsa ve aynı köfteyi yapsa, belki...
Değiştik hepimiz, büyüdük, şekilden şekle girdik. “Aynı kaldım, değişmedim” diyenler, ayna karşısında vazgeçtiler büyük konuşmaktan zaman içinde. “Değişmeyen tek şey değişimdir” diyen aksakallı filozofa inandım oldum olası. Değişmek zordu, acıtıyordu çünkü. Değişmek iyi miydi, bilemeyecektik...
Geçtiğimiz haftalarda karşımıza bir erkek olarak çıkan, kadın olarak doğan Rüzgâr acaba değişmeyi neden bu kadar çok istemişti.
Mesleğim gereği yıllar içinde değişen çok insan gördüm, makamların değiştirdiği; paranın, şartların değiştirdiği; kaderin, kuralların şekillendirdiği insanlar...
Beni gördüğü zaman, ayağa fırlayarak “A, gazeteci Elif Hanım” diye elimi sıkan ama kısa süre içinde oturduğu koltuğun etkisiyle, “Elif’çiğim naaber”e gelen insanlar tanıdım. Yine iyi bir örnek bu, fazla paraya kavuşunca babasını tanımayanlar gördüm. Gördük, göreceğiz...
Rüzgâr acaba nasıl karar verdi değişmeye, anlattıkları ne kadar gerçek ve aslında ya değişmediyse?
‘ACI’MADAN DEĞİŞSEK
Değiştim derken, şeklimi kast ettiğimi fark ettim çünkü ezilmelerim, acılarım, bakışlarım hep aynı kaldı. Geçen gün, konteynıra atılan bebeğe bakamadım mesela, sadece bir fotoğraftı birinci sayfada yer alan. “Köpekler parçalayacaktı” diye yazıyordu ve bebecik henüz gözlerini açamamıştı...
Rüzgâr, değişen ve başkalaşan bedeni içinde acaba aynı kalacak mı? Kalmalı mı?
Değişmek ne kadar mümkün ve ne kadar şart? Değişmesek olmaz mıydı, büyümesek ve hiç ‘acı’masak? Acıya yaklaşmasak?
Annesini kefenleyen arkadaşımın, tabuta son bir bakışını hatırlıyorum; arkadaşım aynı kalamadı. Gözlerimiz birbirine değdi ve ben de aynı kalamadım.
Başkalaşırken şu ‘üç günlük’ dünyada, sevdikleriyle yoğrulmalı insan. Sanırım yaşamayı çekilir kılan tek şey bu olacak. Birlikte ve her ne olursa olsun, aile, arkadaş, dost eliyle. Rüzgâr’ı aynı kılacak veya başkalaştıracak tek şey, sevenlerinin sayısı kadardır bundan böyle. Herkes gibi, herkesin kaderi de bir aslında. Cinsiyet de değişse, insan tek cins çünkü...
Aynı olacak ve değişeceğiz. Çevremizi sevgiyle kuşatan insanlar eksilmedikçe... Ve merhamet ancak var oldukça rüzgâr kayaların üzerinden tozları almaya devam edecek, o kadar...
Haftalık... Haftalık...
l Metin Serezli usta gitti, ardında nefis bir evlilik bırakarak. Elli yıl aynı insanla yaşayıp onu yolcu etmek ne zor olmalı. Nevra Hanım ne kadar üzgündür... Oğlu Murat ne kadar metanetliydi cenazede ve ne kadar ‘metin’di... Babasının zarafetindeydi...
l Yakın arkadaşım kitap ajanı Sayım Çınar’ın kitabını ikinci defa okuyorum. Geçtiğimiz hafta bir yurtdışı yolculuğu sırasında okumuştum, ikinci defa elimde. ‘Bavulumda Söyleşiler’ pek çok gazeteci ve popüler insanı yakından tanımamıza sebep oluyor. Sayım, bir başucu kitabı niteliğindeki, sohbetlerden oluşan eserinde, korkmadan sormuş. Cesareti alkışlanmalı, bugün birçok röportajcı onun gibi soramıyor ve konuşturamıyor. Birini tanımak istiyorsanız bence Sayım’la tanıştırın; o sorsun, siz tanıyın.
l Rihanna mı, Justin Bieber mi? Yoksa her ikisi de mi? Birinin konserine gidip diğerine gitmeyeceğim. Bünyem bu kadar popüler kültürü bir arada kaldıramayacak.