Türkiye’de korono virüs salgını gerilemeye başladı. İyileşen hasta sayısı vaka sayısını geçti, entübe hasta sayısı ve vefat edenlerde düşme var. Bu durum bizi ihtiyatlı rahatlamaya sevk etmelidir. Çünkü mücadelenin son günü ilk günkü gibi olmalı, kararlılıkla mücadeleye devam etmeliyiz. Ancak bu sayede geriye dönüşlerin önüne geçebilir ve süreci kısaltabiliriz.
Salgının ülkemizde kontrol altına alınmaya başlanmasıyla birlikte sürecin nereye doğru evirileceği, yakın ve orta vadede virüsün bölgesel ve küresel çok yönlü etkilerinin neler olabileceği yönündeki sorular daha fazla gündeme gelmeye başladı.
Başta ekonomik, sosyal, politik ve güvenlik olmak üzere bu sorulara cevap arayan çok sayıda akademisyen, yazar ve siyasetçi var. Ancak belki de virüs krizinin tam ortasındayken bu konuda yapılmış çok önemli bir çalışmadan söz etmek gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) tarafından çok sayıda akademisyen ve araştırmacıyla hazırlanan “COVID-19 SONRASI KÜRESEL SİSTEM: ESKİ SORUNLAR, YENİ TRENDLER” isimli kitap bu alandaki pek çok soruna bilimsel perspektiften ışık tutmaktadır. Bu kitaptaki ön görüleri sizlerle paylaşmak isterim.
Öncelikle önümüzdeki dönemde küresel sistemin kırılma tarzı değil aktörlerin yapısal değişikliklerinin söz konusu olacağı revizyonist süreçlerin ortaya çıkacağı öngörülmekte. Böylece bir bütün olarak uluslararası sistemin ve uluslararası aktörlerin sorgulanacağı bir süreç yaşanabilir. Bu bağlamda gerek BM, AB, NATO, DSÖ gibi uluslararası kuruluşlar ile ABD, AB Ülkeleri, Rusya ve Çin gibi ülkeler daha detaylı olarak mercek altına alınacak gibi görünüyor.
Ancak küresel sistemdeki devlet ve diğer aktörlerin virüs salgını sonrasındaki durumlarını şu anki tavırları belirleyecek. Açık, şeffaf ve sosyal devlet eksenli çok yönlü mücadele kapasitelerine sahip olan devletlerin yeni küresel sistem içindeki eko-politik etkilerinin daha fazla olacağı düşünülüyor.
Bu kapasitelere sahip olup bunları etkin şekilde mücadelede kullanabilen devletler “Güçlü Devletler” olarak sistem içinde yerlerini alacaklar. Güçlü devlet ise tedarik zinciri sağlam, ekonomisi dirençli, halkına güven veren, güçlü kurumlara, başta sağlık olmak üzere altyapıya ve kriz yönetebilme becerisine sahip yapılar olarak belirtilmektedir.
Güçlü devletlerin otoriterleşecekleri ya da sadece otoriter devletlerin virüsle mücadelede başarılı olacağı görüşü aslında doğru değil. Çünkü bakarsanız Türkiye, Güney Kore ve Almanya gibi demokratik ülkelerin bu mücadelede gayet başarılı oldukları görülmektedir.
Önümüzdeki dönemde ABD-Çin rekabetinin devam edeceği, ABD’nin Avrupa ülkelerindeki Çin’e yönelik şüpheyi kullanarak politika üretebileceği değerlendirilmekte. Özellikle virüsün başta Ortadoğu olmak üzere başarısız devletler (Fail States) üzerindeki ekonomik, sosyal ve siyasal olumsuzlukların geniş halk kitlelerinde öfke ve protestolara dönüşebileceği ifade edilmektedir. Terörün bu ortamda daha da yaygınlaşabileceği, göç ve insani krizlerin artabileceği uyarısında bulunulmaktadır.
Türkiye’nin virüsle mücadelesindeki başarısı, devlet olarak ortaya koyduğu kapasite ve uygulamalarının salgından sonraki dönemde Türkiye için daha güçlü bir pozisyon oluşturacağı vurgulanan kitapta yakın çevremizden kaynaklanabilecek risk ve belirsizliklerin devam edeceği, medikal istihbarat ve biyoloteknolojik tehditlere karşı planlama yapması gereği belirtilmiştir.
Ne diyelim emeği geçenlerin eline sağlık…