Dün Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Doğan Grubu'nun Hürriyet gazetesi binasında, kabaca 150 kadar davetlinin katıldığı bir toplantıda ekonomik ve siyasi konularda gündemdeki soruları cevaplandırmaya çalıştı. Yönetici Enis Berberoğlu ve Yönetim Kurulu Başkanı Vuslat Sabancı ev sahipliği yaptılar.
Bunun ne demek olduğunu Türk toplumu anlıyordur. Kısa bir zaman evvel gerçekleşen hükümet ve medya sulhu, bu toplantıyla kamuoyuna açıklanmış oldu. Gözler tabii gazetenin ağır toplarını(!) aradı. Örneğin Ertuğrul Özkök ortada yoktu. Daha doğrusu benim gözlerim çok aradı, ama göremedim!
Ben 1995 yılında, 3 yıl yazı yazdığım Hürriyet gazetesinden ayrılmak zorunda kalmıştım. Bana sadece spor (futbol) yazısı yazdırıyorlardı. Mümtaz Soysal Hoca, bakan olup iki gün köşe boşaltınca, ekonomi yazısı yazmak için Ertuğrul Özkök ile konuşmaya çalıştım. Sonunda razı oldu, ama ne para ödeyeceğini söylemesini istedim, o ise gidip ekonomi servisi başı ile görüşmemi istedi, eliyle de hiç de kibar olmayan birkaç git, çık işareti yaptı. Sıkıldım ve derhal aşağıya inip dolabımı boşalttım, ertesi gün Yeni Yüzyıl gazetesinde hem ekonomi, hem de futbol ve basketbol yazıları yazmaya başladım. Hürriyet'teyken huzurumu en çok bozan şey gazetede neredeyse yok sayılmamdı. Örneğin o günlerde ülkemize gelen Kerim Abdul Cabbar ile Boğaz'da yat gezisine çıkan tek gazeteci ben olmuş, verdiği tek mülakatı yapmış ve uzun uzun sohbet edip, kendisi, kız arkadaşı ve ben üçlü bir resim bile çektirip gazeteye vermiştim. Ama resimden beni çıkartıp basmışlardı. Yazıda da adım çıkmamıştı.
Ama hayat ilginçtir. İki yıl sonra Yeni Yüzyıl'dan AKŞAM gazetesine geçtim ve her gün ekonomi yazısı yazmaya başladım. 2000'li yıllarda Doğan Grubu ile Çukurova Grubu birkaç konuda ortaktı. Bu dönemde Salih Neftçi Hürriyet'ten ayrılıp Uzanlar'a gidince Hürriyet'te ekonomi köşesi gene boşaldı. Özkök, MEK'e telefon edip beni Hürriyet'e dolar cinsinden çok yüksek bir maaşla transfer etme arzusunu aktardı. Ben ise reddettim. Çünkü huzur, para ve şöhretten önemlidir.
Yıllar geçti ve sonunda, 1995 yılından bu yana, ilk defa, adıma yazılmış bir davetiye ile Hürriyet binasına geri gitmek doğrusu keyifti.
Toplantıda Babacan, 1 saati aşan bir konuşma yaptı. Birçok önemli şey söyledi.
İsmet Berkan, ertesi günkü yazısında, Babacan'ın konuşmasıyla ilgili olarak, bakanın ortaya koyduğu, ülkenin en zayıf noktasına, tasarruf zafiyetinin cari denge açığımızla ilişkisine yapılan vurgulamanın altını çizmiş. 1981 yılından beri tanıdığım İsmet Berkan konuların temelindeki esas faktörleri anlamak konusunda özel bir yetenek sahibidir. Cari denge açığımız ülkenin tasarruf açığı demektir. Bu tasarruf açığı da uzun zamandır büyümekte. Babacan'ın TUİK'ten aktardığı sayılara göre vatandaşlarımızın yüzde 45 kadarı, bugün kazandığından fazla harcıyor. GSYİH oranı olarak yüzde 20 üstünde yatırım yapan Türkiye'de de, tasarruf oranı yüzde 12 düzeyine inmiş bulunuyor. Bu nedenle cari açık var, başkasının tasarruflarına muhtacız!
Taha Akyol da ertesi günkü yazısında, Babacan'ın konuşmasında vurgu yaptığı eğitim sorunumuza yer vermiş. Babacan cari açık sorununa kalıcı ve yapısal çözümün ancak Türk vatandaşının daha yüksek katma değer üretebilecek hale gelmesiyle gerçekleşebileceğini, bunun da ancak eğitimle sağlanabileceğini vurgulamıştı. Babacan'ın verilerine göre de 25 yaş üstü nüfusumuzun ortalama eğitimi sadece 6.5 yılmış. Yani ortaokuldan terk! Babacan bu nüfusun üretimdeki verimliliği ve rekabet gücü ile eğitimli bir nüfusun verimlilik düzeyinin aynı olamayacağını da belirtmiş ve kadınların eğitiminin önemini de vurgulamıştı.
Toplantıda bulunmayan Ertuğrul Özkök ise toplantının ertesi günü köşesinde ülkemizde bilinmesi en önemli konu olan, 1924-1972 yılları arasında ABD'de FBI'ın kurucusu ve yöneticisi olan Edgar J.Hoover'ın eşcinsel olduğunu nasıl öğrendiğini tefrika ediyordu!
Ne diyebilirim ki?