Şu anda ekonomi gündemindeki konunun Japonya'daki depremin genel ekonomik faturası ve özellikle de deprem kökenli nükleer sorunların global faturası olması gerek. Ancak bu konularda açık seçik ve yorum yapmaya olanak sağlayacak veriler yok. Bu nedenle de başka konulara bakmaya devam ediyoruz.
14 Mart'ta Çin'de 10 gündür devam eden Çin Halk Kongresi adlı toplantı sona erdi ve önemli bir tartışma gündeme oturdu. Pekin Üniversitesi'nde finans hocası olan ABD'li finansçı Michael Pettis Ulusal Kongre'nin arkasından Çin ekonomisi ile ilgili ilginç tespitler yaptı. Pettis'in gözlemlerine göre Kongre'de Çin ekonomisi ile ilgili en önemli ekonomik iç tartışma, ülkenin büyümesinin nasıl yatırım harcamaları temelli olmak yerine, tüketim harcamaları kaynaklı hale getirileceği. ABD ile Çin arasındaki kur ve cari denge kavgası da zaten bu konuda.
Pettis'e göre Çin ekonomisinde zaman içinde en önemli değişim Çin'deki hane halkının tüketiminin geçirdiği değişim. 1980'li yıllarda Çin'deki hane halkı tüketimi Çin GSYİH'sına oranla yüzde 50-52 kadarmış.
Ancak bir sonraki on yılda ekonomik büyüme ülkenin tüketiminin büyümesinden çok daha büyük hızla gerçekleşmiş ve tüketimin payı 2002 yılında yüzde 46 düzeyine inmiş. Tüketim bu kadar düşük hale gelince de büyümenin motoru salt iç yatırım ve dış ticaret fazlaları haline gelmiş. Hem yatırım hem de dış ticaret fazlaları hızla arttığından da Çin reel büyümesi yıllık yüzde 10 oranına yanaşmış.
Son on yılda ise durum biraz değişmiş. Çin, banka kaynaklarını bankaların tamirine harcayınca ve bankalardan da öncelikle salt yatırıma kaynak aktarınca, tüketimin payı daha da düşerek 2005 yılı sonrasında yüzde 40 oranına inmiş. Bu durumda şimdiki Başbakan Wen Jiabao döneminde Beijing ekonomiyi yeniden dengeleme ve hane halkı tüketiminin payını yeniden artırma çabasına girişmiş. Ancak burada bir sorun var. Fakat kalkınma modelinden vazgeçmeden Çin'de tüketimi artırmak pek mümkün değil. Çin de kalkınma modelinden vazgeçmeyeceğinden durum değişmemiş ve bugün Çin hane halkının tüketim oranı GSYİH'nın yüzde 35 kadarına inmiş bulunuyor.
Çin'in yatırıma dayalı büyüme modeli Çin'e has özel bir durum değil. Türkiye de 1960 ve 1970'li yıllarda tasarrufçuya eksi reel faiz kullanarak benzer bir sanayileşme stratejisi kullanmıştı. Birçok ülke bu stratejiyi uyguladı ama hepsi aynı duvara çarptılar. Çünkü siyaset tarafından yönlendirilen yatırım, kaynak dağılımı hataları dolu olur. Bu süreçteki kayıplar gizlenebilir ama yok olmazlar. Faiz sübvansiyonlarını görmemek mümkün değildir. Bu açıdan Çin de bir istisna değildir. Çin de birçok ülke gibi sermayeyi önemli oranda yanlış yerlere yönlendirmektedir.
Çin son dönemde Çin'de yaratılan servetin bir kısmının yeniden hane halkına geri dönmesine izin vermezse, tüketim büyümenin motoru olarak yatırımın yerini alamaz. Çin zaman içinde bu şekilde kötü yatırımları üst üste yığdıkça da, bir zaman sonra büyüme hızı durur ve daha da çok servetin aktarılması gereği gündeme gelir.
Bugün Çin'de büyük bir tartışma var. Eğer yatırım yavaşlarsa büyüme hızı önemli ölçüde düşecek. Yeniden dengelenme de yatırımın azaltılmasını emretmekte ki tüketimin arttırılması gerçekleşebilsin. Bu nedenle Çin içindeki tartışma iyice kızışmış bulunuyor. Reform taraftarları daha sürdürülebilir bir büyüme için yatırımın azaltılıp tüketimin arttırılmasını tavsiye ediyorlar. Onların karşıtları ise hızlı büyüme ile tüketim artışı arasındaki ilişkiyi anlayamıyor ve itiraz ediyorlar.
Bu tartışmanın bir an evvel genel kabul gören bir yaklaşıma bağlanması ölümcül derecede önemli. Çin yöneticilerinin ve partinin en önemli sınavı bu konuda. Hızlı yatırım devam ettikçe hane halkından daha fazla servetin yatırıma transferi gerekiyor. Bu nedenle de hane halkı tüketim oranı daha da düşüyor. Bu sürecin sonunda duvara çarptığı da birçok ülkenin geçirdiği deneyimlerle sabit.
Pettis 'Bakalım Çin ne yapacak?' diyerek sonuç hakkında bir tahmin vermiyor. Ama Çin'de tartışılan en önemli ekonomik konu da burada vurgulanan olgu. Çin bu nedenle ABD tarafından talep edilen dengelenme yaklaşımına evet diyemiyor! İç tüketimin düşmesi de aslında dış talebe daha çok bağımlılık demek! Ama kriz sonrası global ortamda tasarruf eğilimi de hızla arttığından, Çin mallarına sonsuza kadar dış talep olamayacağı kesin!
Bu noktada Sovyetler Birliği'nin tüketimi sağlayamayarak çöktüğü hatırlanmalı. Tersine ABD de aşırı tüketimden krize girmişti!