Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin kararı, toplumsal vicdanımızı ağır biçimde yaraladı. Ne olduğunu, on bir yıl önce o akılalmaz vahşetle öğrendiğimiz 'domuz bağı' cinayetlerinin sanıkları, artık serbest.
Yargıtay böyle bir kararı nasıl verdi, nasıl verir?
Eleştirirken, diğer yandan da kararın arka planına bakma zorunluluğu var.
Prof. Muharrem Özen, A.Ü Hukuk Fakültesi'nde Ceza ve Ceza Usul Hukuku hocası.
İlk sözleri şu oluyor: 'Ne yazık ki, yapılan yorum doğru, ama anormallik maddenin kendisinde. Çünkü uzatma, sürenin kendisinden fazla olamaz. Orası kanun tekniğinin iflas ettiği yerdir' diyor.
'Peki vicdani yarılmaya yol açmayacak bir çözüm mümkün değil miydi?' soruma 'Mümkündü' deyip şu analizi yapıyor:
AVRUPA SÖZLEŞMESİ'Nİ UYGULAYABİLİRDİ
- Bugün Türkiye, 10 yıl ve daha yukarı tutuklamalarda, 'adil yargılama süresi' ilkesine aykırılıktan AİHM'de mahkum oluyor. Şöyle yapılabilirdi: Anayasanın 90. maddesi, 'Temel hak ve hürriyetlere ilişkin sözleşmeler, iç hukukun parçası haline gelmişse doğrudan uygulanabilir' der.
Yargıtay da 'Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bizi de bağlar. İç hukukun parçası olmuştur. 252. maddenin son fıkrasını göz ardı ediyorum' diyebilirdi. Ama sanırım Yargıtay bunu risk olarak gördü ve risk almak istemedi. Topu kanun koyucuya attı. Zaten sorun da kanun koyucudan kaynaklanıyor.
Prof. Özen, ikinci çözüm ihtimalini ise şöyle paylaşıyor:
'Eski CMUK'ta tanınan süre bir yıl daha uzatılabilirdi. 31 Aralık 2010 yerine, 31 Aralık 2011 olarak değiştirilebilirdi.'
- Bu neyi sağlardı?
- Böylece toplumsal infial yaratacak böyle hassas dosyaların o bir yılık süre içinde öne alınarak sonuçlandırılması mümkün olurdu.
- Bu niye yapılmadı sizce?
- Aklına gelen her konuyu bir torbanın içine koyan hükümetin yasamanın burada ihmali var.
Özen'in bir eleştirisi de Yargıtay'a...
Hükümet ve TBMM böyle bir 'ekstra' yürürlük uzatmasına gitmese bile Yargıtay'ın toplumsal adalet duygusunu etkileyen dosyaları sonuçlandırması gerektiğini söylüyor.
Prof. Özen, 'Hizbullah vahşeti', uyuşturucu kaçakçıları' gibi toplumsal hassasiyeti yüksek dosyaların aralık ayının son gününe kadar bekletilmesinin yanlış olduğunu söylüyor. 'Yargıtay, en önemli birkaç dosyayı seçip geride bıraktığımız yıl içinde sonuçlandırabilirdi. İşin bu kısmı iş yüküyle açıklanamaz' diyor.
'YÜCE YARGI' VE 'YÜCE YASAMA'
Belki de şimdi, ta en başa dönmek gerekiyor. Adalet duygusuna.
Adalet duygusunun en saf haline.
Nedir? Bir tencere çorbadan başlayarak, bir şeyi pay edenlerin, adil davranması gerektiğine.
Hele ki pay edilenin kendisi, bizatihi adalet ise. Bu paylaştırma, gücünü kanundan alıyorsa.
Ve paylaştıran kurumların başında 'yüce' sıfatı bulunuyorsa...
Yüce?
Burası önemli.
Siz hiç yürütme organından söz edilirken, başına 'yüce' sıfatı konulduğunu işittiniz mi? Antik çağlara dayansa bile, 'yüce' kelimesinin, yasama ve yargı ile anılma ihtiyacı, toplumsal adalet özleminin bir sonucudur.
Vahşi katillerin güle oynaya karşılandığı şu sahneler ise adalet duygusu adına ne kadar alçaltıcı.