Gündüzleri gazetede haber peşinde koştuktan sonra, geceyarılarında, bambaşka bir dünyanın kapılarını aralayıp edebiyatın ilham dolu koridorlarına geçiş yapabilen meslektaşlarıma imrenmişimdir.
Böylesi bir iştiyak (güçlü istek), kişinin hamurundaki edebiyatçı mayası kadar, günün telaşından, katı gerçekliğinden uzaklaşıp, iç denizlerimizdeki dalgaları sakin limanlara ulaştırma çabasının yansıması da olabilir.
Yine de, gündüz gazeteci, gece edebiyatçı olmak sabır ve disiplin isteyen, meşakkatli bir uğraş olsa gerek.
Yazmak zor iş.
Bir keresinde, yazar Selim İleri demişti; 'aniden gelen yazma arzusu saman alevi gibidir, gelir geçer. Önemli olan disiplin, sebat, ısrar... Ancak o zaman, kelimeler, sırlarını açar.'
Bir röportajımızda da Orhan Pamuk...
'Ben bir edebiyat işçisiyim. Mesaiye giden memur gibi sabah ofise gelirim, akşama kadar yazacağım romanı düşünür, okur, araştırırım. Kimi zaman bir satır, kimi zaman sayfalarca yazı çıkar ortaya, bilemezsin...'
Mesai arkadaşlarımdan merhum Ahmet Kekeç de böyle biriydi mesela; gündüz gazeteci, gece edebiyatçı... Roman ve hikaye karakterleri, kelimeler, tasvirler, sözcükler Kekeç'i genellikle karanlık çöktüğünde, ortalık ıssızlaştığında beklerdi...
Star'da çalışmaya başladığımda tanıdığım genç edebiyatçılardan Erdinç Akkoyunlu da gündüz gazeteci, gece yazar olanlardan...
Editörlüğünü yaptığım kültür sayfasına, çok kereler, derinlikli metinler, edebi polemikler kaleme aldı Erdinç.
Biliyordum ki onun bir göz ağrısı da çekmecelerde bekleyen, henüz yayınlanmamış romanlarıydı.
'Hamili kart yakinimdir' referansı olmadığı için, Erdinç'in yayınevlerine verdiği romanlar 'at gözlüklü' editörlerin masalarında bekleşip dururdu.
Öyle ya 'kudretli' edebiyat kanonlarına dahil değilseniz, üstelik yeni bir yazarsanız işiniz zordur; en azından etnik ya da cinsiyet temelli metinler kaleme almıyorsanız, edebi yeteneğiniz pekala gözden kaçabilir, işler biraz gecikebilir.
Ama bazen de azim galip gelir.
Sonunda Erdinç Akkoyunlu'nun 'Babamın Cinayet Defteri' adlı ilk romanı Notos Kitap'tan çıktı.
Roman, 1950-1980 yılları arasında bir gazetede polis muhabiri olarak çalışan Kemal Metin'in haberlere sığdıramadığı ayrıntılarla tuttuğu cinayet defterindeki olaylardan yola çıkıyor.
Babası gibi kendisi de bir gazeteci olan Altan Metin'in (merhum babasının izinden giderek) tanıştığı, görüştüğü sıra dışı insanların hikayeleriyle katman katman açılan roman, ayrıntı zenginliği sayesinde, iyi bir yazar kumaşıyla karşı karşıya olduğunuzu hissettiriyor.
Yer yer post modern bir üsluba bürünen roman, eski zamanların İstanbul'unda yaşanan sıra dışı öykülerle günümüz İstanbul'u arasında mekik dokuyan bir kurguda ilerliyor.
Adeta karakterler galerisini andıran roman kişileri ve onların sıra dışı öyküleri eseri daha da akıcı hale getiriyor.
Ustalıklı geçişler sayesinde, bir bakıyorsunuz, 1600'lü yıllarda Sultanahmet Camii'nin inşası sırasında meydana gelen olaylar silsilesinin içinde buluyorsunuz kendinizi, bir bakıyorsunuz 1975'ten itibaren Türkiye'ye uygulanan Kıbrıs ambargosunun toplumsal neticelerine, yahut, 1980 darbesi sonrasında Türkiye'sini sarsan çeşitli gelişmelere tanıklık ediyorsunuz.
Tanıdığım Erdinç'in mizahçı yönü de romana yansımış; özellikle geçmiş İstanbul'unda vuku bulduğu varsayılan tevatüre dayalı ironik ve abartılı anlatım, masalsı ve gerçeküstü üslup, romanın en eğlenceli sayfalarını oluşturuyor.
Velhasıl iyi çalışılmış, büyük emek ürünü başarılı bir ilk roman var elimizde.