1870 yılında, New York Times gazetesinin editörlüğünden ayrılan John Swington, meslektaşları tarafından düzenlenen veda yemeğinde şöyle diyordu: Dünya tarihinin bu aşamasında, Amerika'da özgür basın diye bir şey olmadığını siz de ben de biliyoruz.
Ve devam ediyordu: Ben gerçek düşüncelerimi bağlı olduğum gazeteye sokmamak için para alıyorum.
Swington'un 151 yıl önce yaptığı bu konuşmayı bana hatırlatan şey, geçen hafta, bizdeki bazı medya kuruluşlarının ipliğini pazara çıkaran haberler oldu.
İşin içinde yine Amerika; Amerikalı bir vakıf tarafından 'beslendiği' anlaşılan Türkiye'deki bazı internet siteleriyle sözde muhalif, sözde bağımsız gazeteciler var.
Haber şu; ABD merkezli Chrest Foundation Vakfı, Türkiye'de fonladığı, yani para aktardığı medya kuruluşlarının listesini yayımladı.
On binlerce dolar hibe alan haber siteleri arasında 'özgür basın' maskesiyle dolaşanlar var...
Peki Türkiye ile ABD'nin arası güllük gülistanlık olmadığına göre, Amerika bir kısım gazetecileri niye öpüyor?
ABD Başkanlık yarışı esnasında Joe Biden'in 'Muhaliflere destek vererek, Türkiye'deki iktidarı değiştirebiliriz' yönündeki skandal sözlerini hatırlarsınız...
Bu bağlamda siyasi partilerle dirsek teması olacak idiyse şayet, medya dünyası da boş bırakılacak değildi!
Medya kuruluşlarını fonlayan ABD'nin hedefi açık değil mi sizce de?
Ne demişler, parayı veren düdüğü çalar!
Demokratik toplumlarda dördüncü kuvvet olarak tanımlanan medya, farklı ajandaları olanların elinde, toplum mühendisliğinin en etkili araçlarından veya silahlarından biri olageldi.
İşte böylesi bir mühendisliğin hikayesini, ABD basınının hali pür melalini taa 1870'teki konuşmasında New York Times editörü John Sewington 'ABD'de özgür basın yoktur' sözleriyle dile getiriyordu.
Aslına bakılırsa (bugün bile) okyanus ötesinde, batı yakasında değişen bir şey yok.
'Parayı verenler neyi hedefliyor' derseniz; değerli yazarımız Emin Pazarcı'nın da isabetle dile getirdiği gibi ülke üzerinde hâkimiyet hedefliyorlar.
Gezi olaylarında yaşadıklarımız, 17-25 Aralık yargısal darbe girişiminde başımıza gelenler ve hatta 15 Temmuz ülkeyi işgal harekâtı sırasında yapılmak istenenlerle fonlanan gazetecilere dikte ettirilmek istenen aynıdır; bu ülkeyi zapt etmek!
Hâkimiyet için artık bu yollar kullanılıyor. Dijital organlarla küresel hâkimiyet peşinde koşuyorlar. Bunun için de taşeronları kullanıyorlar.
Meseleyi daha iyi anlamak için hararetle önereceğim bir film var; sinema tarihine damga vurmuş bir başyapıt...
Multimilyarder bir medya patronunun hikayesini konu alan film 1941 yapımı, Orson Welles imzalı Citizen Kane.
Attığı manşetlerle ülkeler arasında savaş başlatan, toplumu yanıltan, siyasiler üzerinde baskı kuran, hatta hükümetler deviren bir 'modern çağ imparatoru'nun hikayesini anlatan filmi yarın 24 TV'de (17:15'te) yayınlanacak olan Kırmızı Halı programında detaylı biçimde irdeleyeceğiz.
Citizen Kane, yani Türkçedeki adıyla Yurttaş Kane'i izlerken, Amerikalı vakfın, Türkiye'deki sözüm ona bazı muhalif medya platformlarını niçin fonladığını daha iyi anlayabiliriz.