Günün birinde halka açılmayı düşünen tüm şirketlere bir numaralı tavsiyemiz şu: Yarından tezi yok gidin ve Türkiye Yatırımcı İlişkileri Derneği TÜHİD'e üye olun. Kurumsal vatandaşlık sorununuz yoksa üyelik başvurunuz yönetim kurulu tarafından mutlakla kabul edilir...
Bir sonraki adım, TÜHİD'in etkinliklerini özellikle de eğitimlerini izlemek olmalı. O zaman pek çok basit hatadan bir nebze olsun korunabilirsiniz...
Örneğin yıllarca iletişim yapmadan, ciddi bir iletişim refleksine sahip olmadan, halka açılma sürecinin içine girer girmez apar topar reklama başlamak; işin PR tarafını tamamen ihmal etmek, sıkıntı yaratabilir...
Son günlerde aslında ilginç denebilecek bir reklam gözüme takılıyor. O da belli belirsiz...
İşin etkili yollarından biri, markayı bir şöhretle ilişkilendirmek değil mi? Utopya Turizm İnşaat İşletmecilik Ticaret A.Ş de Erkan Petekkaya'yı bulmuş. Öyle Bir Geçer Zaman Ki'nin Ali Kaptan'ını...
Haber internet ortamına 'Petekkaya Utopya İnşaat'ın yen reklam yüzü oldu' diye geçmiş... (Bu arada arkadaşları kutlamak lazım, internet ortamını ve sosyal medyayı mükemmel kullanmışlar... Bkz. www.utopyainsaat.com.tr)
Petekkaya yeni reklam yüzü olmuş da 'eski yüz' kimmiş acaba?
Öte yandan Utopya şirketinin adını duyana da pek rastlamadım... Web sitesinden ve Petekkaya'nın oynadığı reklam filminden öğrendiğime göre bayağı başarılı bir şirket. Onur duyulacak işler yapmışlar.
Amaç, Utopya'nın ne kadar iyi bir şirket olduğunu ifade etmek herhalde... Gerçek de bu olabilir zaten. Ancak iletişim uzun yıllara yayılması gereken bir süreçtir. Halka açılma bunun çıktısı olabilir. Başlangıç noktası değil. Bu arada başarılı bir oyuncu olan Erkan Petekkaya'nın seçilmesi de hayli riskli. Şöhret tamam da, Ali Kaptan algısı bir o kadar da sevimsiz... Tam tersi bir etki de yapabilir. İlgiyi ters yöne odaklayabilir. Göreceğiz. Utopya'nın yolu açık olsun.
Kim kaybetti?..
Yeni Şafak benim takip ettiğim bir gazetedir. Yarı resmi El Ahram gibi konumlarım ben onu. Orada yakından izlediğim yazarlar vardır. Bunların başında da Dücane Cündioğlu gelir. Dücane Cündioğlu'nun, sadece Yani Şafak'taki değil tüm Türk yazarları arasında farklı bir yeri vardır benim için...
Sinemada Tarkovski'yi, Wim Wenders'i, Nicholas Roeg'ü, Stanley Kubrick'i, Milos Forman'ı, Angelopoulos'u, düşünce dünyasında Bertolt Brecht'i, L. Feuerbach'ı nereye koyuyorsam, Cündioğlu'nu da İslam ve Hıristiyan düşünce dünyasının iki yakasını bir araya getirebilmiş ender düşünürlerin arasına koyarım...
Dücane Cündioğlu Yeni Şafak'tan ayrılmış. Nasıl bırakmışlar şaştım. Dünyanın dört bir yanından, dört bir çeşit görüşten okuru vardı... Cündioğlu mutlaka bir yerlerde yazar. En azından internette blog'unu açmalı... Burada kim kaybeder. Tabii Yeni Şafak... Omurilikten taraftar değil; ilim, irfan ve 'büyük estetikten' yana taraf olan bir entelektüelini kaybettiği için...
Tasallutunuz yoksa işiniz zor
İÇTENLİKLE yazan ve kendilerini sosyopatlar gibi gizlemeyen arkadaşların görüşlerine burada yer vermeye devam edeceğim. Dünkü yazımıza gelen pek çok olumlu tepkinin yanı sıra bir de böyle bir e-posta var:
'...Size verdiğim değer ve güven nedeniyle anlaşmamıza yardımcı olması açısından kendimle ilgili bazı bilgileri de sizinle paylaşmak istiyorum. Örneğin benim ailem sağ ve muhafazakar düşünceli insanlardır. Ben, 12 Eylül döneminde ülkeyi terk edecek kadar sıkıntı yaşamış, kendisini 'sosyalist' olarak tanımlayan (bu tanımı artık 'kendimce özgün ve romantik bir kavram' olarak kullanıyorum), geçen yıla kadar ÖDP'ye oy vermiş olan biriyim. Yani asla 'omurilikten' CHP'li falan değilim, halen de kendimi CHP'li olarak tanımlayamıyorum. Sadece, ülkede olanlardan rahatsızlık ve çocuklarım adına endişe duyduğum için size yazmak dahil güncel siyasi gelişmelerle ilgileniyorum.
Sizin gibi aydın, çağdaş insanların AKP eliyle ülkenin getirildiği durumu görmezden gelmesine dayanamıyorum. Okumaya vaktiniz olacağını düşünsem size bizzat yaşadığım, mahkemelerdeki yeni bazı uygulamalardan da söz edebilirim. Ama beni 'AKP karşıtı', 'modern endişeli' gibi kalıplara sokmanızdan korkarım... Saygılarımla. İlker Ünsever'
Sayın Ünsever yanlış anlaşılmaktan korkmuş. Anlıyorum onu... Ben de şu dünyada herhangi bir tasallutumun bulunmayışını anlatmakta zorlanıyorum zaten...