Neredeyse beş yıldır yazmakta olduğum bu köşede başından beri genel olarak ülkemizdeki siyaset yapma tarzını özel olarak da iktidarın tavır, duruş ve zihniyetini eleştirmekteyim. Siyaset, az sayıda istisnaların dışında, ben merkezli, çıkar odaklı, lider boyunduruğunda, buyurgan tavırlarla yapılmakta. Siyaset, hayatın renkliliğini, sevincini, hüznünü yitirmiş durumda.
Yazık ki sandıkta üst üste çoğunluğun oylarını alan iktidarın yenilikçi, özgürlükçü olma iddialarına karşı hayatı kavrayışında kendi değer yargılarına sıkışmış, kapalı bir cemaat tavrı sergilediğini görüyoruz. Dünyaya siyaseten, ekonomik olarak açılma çabalarına karşın, geçmişlerinden gelen yaşantı birikimlerinden dolayı kendilerinden farklı olanı kavramada başarısız oldular. “Kimsenin hayat tarzına karışmıyoruz” savlarına karşın buyurgan, “ben bilirim” tavrı içinde lider merkezli, dışarıdan gelen eleştirileri düşmanlık sayan ya da küçümseyen anlayışlarıyla öngördükleri ileri demokrasiye yakışmadılar.
Muhalefetsizdiler. İktidarlarının ilk dönemlerinde bundan dolayı hep muhalefet gibi davrandılar. “Vesayeti” ortadan kaldırma çabalarında haksızlığın ve hukuksuzluğun içine düştüler.
Oysa sorun şuydu: İktidar olarak muhalefetten öğrenemediler. Muhalefet onlara göre, eskimiş dünyanın beceriksiz partilerinden oluşuyordu. Ana muhalefetten özgürlük kısıtlamaları konusunda bir eleştiri geldiğinde örneğin, eski defterleri açıp saldırdılar. Her eleştiriyi düşmanlık sandılar. Kendileri başarılıydı çünkü. Dış mihraklar, iç mihraklar, çapulcular, onların başarılarını çekemiyordu çünkü. Böylesine başarılı ve inançlı bir partiyi kim ne hakla eleştirebilirdi? Her eleştiri, karşı saldırılar ve gündem değiştirmelerle öfke dolu salı konuşmalarının iticiliğiyle karşılanıyor ve savuşturuluyordu. Ekonominin görünürdeki başarısı, sıkı bir örgüt disiplini ile yürütülen propagandalarla pekiştirilmeye çalışılıyor, İslam Âlemi’nde lider olma tutkusu sürekli olarak ateşleniyordu. Eleştiri savar, eleştiri geçirmez bir iktidar böyle doğdu.
***
Ülkenin muhalefet odaklı bir iktidara ihtiyacı var. Siyasetimizin de başkası odaklı olması gerek. Bu çocukların bize vermeye çalıştığı mesajlardan biri budur, bence. Muhalefeti dinleyen, ondan öğrenen, eleştiriden korkmayan, kendisine oy versin vermesin, kendisi gibi düşünsün düşünmesin halkını yönetime katmaya, onun fikrini sormaya açık bir yönetişim hasreti var bu ülkenin. Muhalefetle paylaşabilen bir iktidar bekliyor gençlerimiz. Dinlenilmek, sayılmak, özgür olmak istiyor. Onlara nasıl yaşayacağını buyuran, onlara bilmiş baba tavrıyla görüş dikte etmeye çalışan iktidarı sevmiyor. İktidar, kendisi gibi yaşayan, yaşamak isteyen gençlerin bu ülkenin tüm gençleri olduğunu sanmamalı. Bu çoğulcu, bu koskoca kapitalist dünyanın bin bir çeşit yaşam biçimine açık olmayı öğrenmedikçe bu ülkeyi bir dünya ülkesi yapamazsınız. Kendi geleneğinizi, değerlerinizi keşfedip muhafaza edebilmek için sizin gibi olmayanların hayat tarzlarını, dünyalarını anlamak durumundasınız. Kendimiz olmak, ötekini çok iyi tanımaktan geçiyor. İşte muhalefet odaklı olmak bu ilkeyi anlamayı gerektiriyor.
Siyasetin başkasını anlamak üzerinden yapılması, mecliste temsil edilmeyen tüm azınlıkların seslerini dinlemekle sağlanır. Azınlık diktası var diyenin çoğunluk diktası içinde olduğunu düşünüyorum. İktidar kendine yöneltilen eleştirilere “aynaya bak önce” diye karşılık verirdi. Bugünlerde hiç bakmışa benzemiyor, dev aynasına bakmış olabilir belki.