Şöyle bir düş gördüm geçenlerde. Gülümseyerek uyandım. Etkisi sabahtan öğleye dek sürdü. Düşler neden gerçek olmuyor diye üzüldüm durdum. Düşümü değil de 'düşler neden gerçek olmuyor?' sözümü söylediğim bir dostum verdi veriştirdi bana: 'Yahu, koskoca adam olmuşsun, üstelik hoca falansın, böyle çocukça soruları nereden sorarsın? Bazen senin aklından kuşkulanmıyorum değil doğrusu!' Dostumun sabrına sığınarak düşlerin hayatımızdaki düşmelerimizi nasıl önleyebileceği üzerine uzun uzun nutuk attım. Korkmayın, nutkumu bu yazımda anlatmayacağım. Yalnızca düşümü anlatıp, kısa bir yorum yapacağım.
Efendim, düşümde ülkem seçim sathı mailine girmişmiş. Nutuklar atılıyor, ülkemin dört bir yanında. Muhalefet çok ağır sözlerle saldırıyor iktidara. Bu saldırılar karşısında iktidarın başı olarak başbakanımız bir basın toplantısı düzenliyor. Düş bu ya, ben de yetmişli yaşlarda ama hala zıpkın gibi hızlı bir gazeteciymişim, elimde fotoğraf makinem, ses kaydeden aygıtım, küçük bir not defterim koşmuşum büyük bir heyecanla toplantıya.
Sayın Başbakanımız kürsüye gülümseyerek çıkıyor. Önünde bakıp da konuşacağı herhangi bir not, bir aygıt yok. Çok sakin, ince esprilerle gayet sevecen bir biçimde kendisine yöneltilen eleştirileri yanıtlıyor. Kızmıyor, zaman zaman hak verdiği oluyor eleştirilere. Neden yapamadıklarını, başaramadıklarını anlatıyor, kimi eleştiri konularını haklı buluyor, sakin bir sesle özeleştiri yapıyor.
Düş bu ya, oradaki gazeteciler bu değişiklik karşısında hiç şaşırmıyorlar. Başbakan'ı dikkatle dinliyorlar. Hızlı muhalefette olanları bile sevgiyle bakıyor ona. Korkmadan sorularını yöneltiyorlar. Ayrıntılarıyla yanıtlıyor. Kimi iğneleyici sorular karşısında bile, tavrını değiştirmiyor, yüzünden hiç eksik olmuyor, sıcak bir tebessüm.
Başbakanımızın bu tavrına kimsenin şaşmamasına nedense pek şaşırmışım. Ağzım açık izliyormuşum Başbakanımızı. Başbakanımız da benim bu şaşkın tavrımı fark etmiş olacak ki, bana yönelerek şöyle diyor: 'Siz genç arkadaşım bana pek şaşırmış bakıyorsunuz. Bunca deneyimli gazeteciliğinize rağmen sizi şaşırtan nedir?' Başbakanımızın şaşkınlığımı fark etmesi beni daha da şaşırtıyor, ne diyeceğimi bilemiyorum. Yine de biraz yutkunup, yumuşak bir sesle şunları söylüyorum: 'Sayın Başbakanımız, affınıza sığınarak sizin sorunuza bir soruyla yanıt vereceğim: Siz halkımızın teveccühünü, şimdiye dek almış olduğunuz yüksek oyları nasıl kazandınız ancak şimdi anlayabildim. Bu çelebi, bu bilge tavrınız halkımızın size olan güvenini sağlamış olsa gerek. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?'
'Sizin gibi bir delikanlıdan beklediğim bir soru' diye başlıyor söze. 'Delikanlı' sözcüğünü söyleyişindeki yüz ifadesinden ironi yaptığını düşünüyorum. Birden ciddileşiyor yüzü konuşmasını sürdürüyor: 'Halkımız icraatlarımıza bakar. Beni icraatlarımdan tanırlar. Ne kadar samimi olduğumu bilirler onlara karşı. Sizin gibi konuşmamın üslubuna takmazlar kafalarını. Asıl bilge onlardır. Sözlere değil icraata bakarlar. Bana olan güvenleri ne o ne bu tarzda konuşmamdan gelmiyor. Anladınız mı?'
Bu sözlerini de yumuşak bir edayla söylüyor. Söyledikleri üzerine yorumlarımı önümdeki not defterime yazarken uyanıyorum.
Zor günler yaşıyoruz. Ülkemin daha zor günler görmemesi için üzerimize düşen sorumluluk nedir diye soruyorum kendime. Düşlediğimiz Türkiye'yi konuşmalıyız. Demokrasi, insanların düşlerini birbirlerine korkmadan anlatıp, tartışabildiği bir ülke yönetimi olmalı. Haksızlığa uğramış, zulüm gören nice vatandaşımın haklarını alabildiği, inançları, dilleri, seçtikleri hayat tarzları ile özgürce yaşayabildiği bir Türkiye düşü görmek umuduyla, uyanık, sorumlu bir vatandaş olma çabası içinde, gecenin bir vakti yastığa başımı koyuyorum.