İki bin dört yüz yıl kadar önce ustam Sokrates’i idamla yargılayıp bedenini öldürdüler. Suçu, kabaca söylersek, devletin kutsal değerlerine saygısızlık, gençleri “doğru yoldan” çıkarmaktı. Sokrates hala yaşıyor. Yüzyıllar boyu hiç ölmedi. Bizim kültürümüzde de yüzyıllardan beri bilge bir insan olarak anılmaktadır. Örneğin Kınalızade Ali Efendi’nin Ahlâk-ı Alâ-î’sini önemli ölçüde etkilemiş olan NasiruddinTusi’nin Ahlâk-ı Nâsırî’sinin 2.makale 4.fasılında ondan şöyle söz edilir: “Filozof Sokrates’e sormuşlar: ‘Niçin sen daha çok gençlerle oturup kalkıyorsun?’ Demiş ki: ‘Şu yüzden: Körpe ve ince dalları düzeltmek mümkündür ama tazeliği kaybolmuş ve kabuğu kurumuş iri ağaçlar düzgünlüğe eğilimli olamazlar.’”
Sokrates gençleri doğru yoldan çıkarmadı. Felsefeyi, düşünmeyi sevenleri gençleştirdi. Düşünmenin, anlamanın, dinlemenin, araştırmanın, hakikat yolcusu olmanın bir yaşama sevinci olabileceğini gösterdi. Bildiğinden asla kuşku duymayan bilir geçinenlere o yumuşak gülümseyen yaklaşımıyla derslerini verirken duyuluyor sesi. İroniyle, çocukça bir merakla, kendi özürlerini görmeye çalışarak, kültürüne değerlerine duyduğu derin saygıyla. Yine Tusi’nin sözünü ettiğim kitabının 1. makale 2. Kısım onuncu faslında şöyle konuşuyor Sokrates ustam: “Sokrates’e ‘senin çok neşeli ve az üzüntülü olmanın sebebi nedir?’ diye sorulunca o şöyle cevap vermiş: ‘Ben kaybedildiğinde beni üzecek şeyleri istemem’.” Yalın ayaktı. Hakikati kaybetmemeye çabaladı. Gençlerden öğrendiği için gençlere öğretebildi.
-
Yıllardan beri bu topraklardaki canı, gönlü aramaktayım. Gençlerin açtığı pencereden gelen ışıkta Sokrates’in gülümseyen yüzü var. Canımıza gönlümüze dair işaretler var.
-
Bu sözlerimi son derece romantik bulup benimle dalga geçen okurlarım vardır. Ben de zaten dalga geçsinler diye yazıyorum.
Kızanlar da vardır elbette. Örneğin şöyle saldırırlar bana: “Utanmıyor adam, bir de felsefeciyim diye çıkmış ortaya. Bu şiddet yanlısı utanmaz, saygısız adamları insan yerine koyuyor da yok canmış yok gönülmüş diye diye bu vandalları meşrulaştırmaya çalışıyor.”
Kızsınlar diye yazıyorum. Hakikatin bin bir yüzü var. Olabildiğince çok yüzünü görelim diye yazıyorum. Benim gönül penceremden öyle görünüyor. Saygısız, saldırgan, çok kaba boyutları da var gördüklerimin. Onları sağ olsunlar sabah akşam yazan çok sayıda arkadaş var. Ama bu işte bir özlem var, anlaşılma, kabul görme, farklılıklarımızla sulh içinde bir arada yaşama özlemi. Bu işte insanların canları, gönülleri var. Görebiliyor muyuz?
-
Oturmuş ekrandan izliyor: “Ben bu adamlara empati yapmam” diyor. Haklı. Gördüğü saygısızlık, şiddet. Resmin tümü öyle değil ki! Baştan karar vermiş, görmemeye. Görmüyor. Mühürlemiş kalbini. Peki, hayırlı olsun.
Peki, nasıl gördüğümüzü görebiliyor muyuz, resme bakarken. Resmin sizi rahatsız edecek yanlarını görme cesaretiniz var mı? Neden bir yanını görüp öfkeleniyorsunuz? Bakın 16. Yüzyılın ünlü bilgelerinden kâmil insan Mehmed Birgivi neler söylüyor? (Mehmet Ali Ayni’nin Türk Ahlakçıları kitabından) İnsan kendi ayıplarını nasıl öğrenebilir? Öncelikle yakın dostlarından. Sonra düşmanlarından öğrenmelidir. “Zira kişinin düşmanı daima onun ayıplarını arar.”
Gönül sahibi insanlar, ayıplarını öğrenmek isteyen insanlardır. Bu ülkede demokrasinin yerleşmesinde bu insanların önemli katkıları olacaktır.