"USTAM geldi, sırtıma vurdu, unut dedi romanları... İşçisin sen işçi kal, giy dedi tulumları..."
Makus talihini değiştirmek için romanlardaki hayale sarılan ancak sukut-i hayale uğrayan 'Tamirci Çırağı' modundayız maç öncesi...
Grubun iki favorisinden Hollanda ve Norveç'i yenerken, "Gönlümüze düşen ateşle neler ummuştuk oysa...'
'Arkası puslu aynada saçlarımızı' tarayarak, 'O romandaki hayali gerçek yapma' konusunda kıpır kıpırdı yüreğimiz.
'Dünya futbolunda yeniden bir 'Güneş' gibi doğacaktık...
Ama yine gözümüzde tomurcuk yaşlarla kaldık orta yerde...
Öğrenilmiş çaresizliğin" girdabında 'Tulumları giymek' zorunda olmanın ezikliği...
Ve 'Usta'dan kalan bu hüzünlü misarı 'Çırak' değiştirecek umuduyla yeni aşklara yelken açtık dün gece...
Evet 'Altın nesil' diye bel bağladığımız 'Bizim Çocuklar'ın düşüşünün başladığı maçın rövanşındaydık... İstanbul'da 3-1 öndeyken son dakikalarda 3-3'e gelen o mücadelede başlamıştı kabus dönem... Ve dün 97 yıldır yenemediğimiz Letonya'da yeni bir balangıç, küllenmiş ateşte bir kıvılcım aradık...
Biz o 'Asker Selamı'yla, 85 milyonluk ülkenin sevincini, coşkusunu, gururunu temsil eden gençlerde 'Tamirci Çırağı'nın tutkusunu özledik...
Sonunda hüsran olsa da aşkla dolu bir hayali kovalayan, 'Bugün tulumları giymeyeyim' diyen değişimi özledik...
Ama ne yazık ki 75 dakikayı yine melankoliyle geçirdik. Ne zaman ki gole yedik, Türkiye gibi oynamaya başladık. Sistemi, taktiği, disiplini bir yana bırakıp, coşkumuzu, yüreğimizi, inancımızı koyduk sahaya...
Ve 15 dakika yetti 'Çaresizlik gömleğini yırtıp atmaya...' Gördük ki gücün büyüğü bilekte değil, yürekteymiş.. Ve inanıyorum ki bu yeni başlangıcın, kıvılcımı oldu... Gerisi gelecektir.