Dün gibi gözümün önünde o sahne… Yıl 1988, Seul Olimpiyatları…Dersten kaçıp Bafra’daki Yıldız Kıraathanesi’ne doluşmuştuk… Nefesimizi tutmuş o anı bekliyorduk. Ve Naim podyuma geldiğinde, ağırlığın etrafında tur atarken heyecandan kalbimiz duracak gibiydi.
Bir yerdeki ağırlığa, bir bıyığı terlememiş delikanlıya bakıyorduk. Bu çocuk, bu devasa kütleyi nasıl kaldıracaktı? Ona yardım etmeliydik. Biz de ellerimizi pudraladık, ağırlığın etrafında tur attık, ciğerlerimizden boşalttığımız nefesle saçlarımızı dalgalandırdık. O barı kavrarken, biz de ona yürek olduk, bilek olduk, güç olduk. Ve o koskocaman kütleyi bir yaprak gibi havalandırdı omuzlarının üzerinde…
Tarif edemeyeceğim, yaşanacası, çılgın bir coşku vardı Yıldız Kıraathanesi’nde. Alkışlıyor, birbirimize sarılıyor, ağlıyorduk…
Çünkü Naim’in kaldırdığı o ağırlık, 1980 darbesi sonrası umutları filizlenen bir toplumun üzerindeki ağırlıklardan kurtuluşuydu…
3 yeşil ışığın ardından yere bırakılan o kütle, Bulgar Türkleri’ne binbir türlü zulmü reva gören Tudor Jivkov’un kafasını indirilmiş bir darbeydi.
O ağırlıkta yeniden doğuş vardı, aşk vardı, hasret vardı… Tutkuların, sevinçlerin, coşkuların hepsi yüklenmişti Naim’in omuzlarına…
O yüzden bu millet Naim Süleymanoğlu’na hep, ‘NAİM’ dedi. Çünkü o bizden, ailemizden biriydi. O yüzden bugün bir yakınımızı kaybetmiş gibi yandı yüreğimiz. O yüzden gözlerimiz nemli…
“Her nefis ölümü tadacaktır…” Ve her ölüm erkendir, zamansızdır, yürek dağlayıcıdır…
Tesellimiz, Necip Fazıl Kısakürek’in dizelerinde en güzel şekilde ifadesini bulan, imanımızdır…
“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!”
Ve Şeyh Edebali Pîrimiz ne diyor;
“Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı…”
Sen bu millete paha biçilemez değerler bıraktın…
Şan, şeref, onur, şöhret bıraktın... Ardından milyonlarca dua eden, rahmet okuyan bıraktın…
İsmin gibi mekanın da ‘NAİM’ olsun. Allah bu millete sabır versin.