Galatasaray takımının bir havalimanı Porto’ya gidiş görüntüsü vardı. Siyah takım elbiseler içinde gülen yüzler. Önde Fatih Terim. Onca jöne taş çıkartır. Çocukları toplamış, kendinden emin, “Burası bizim mekan” der gibi gidiyorlar deplasmana. İşte tam da o fotoğraftaki gibi başladılar maça. İlk yarının büyük bölümünde istedikleri temponun dışına çıkmasına izin vermediler. Fatih Terim’in yıllardan bu yana duygulara hitap ederek takımlarını yönettiğini söylüyoruz. Bazıları buna, “Ne yani! Sadece bununla mı başarılı oluyor?” diye kafa kaldırıyor. Fatih Terim elbette maç taktiği veriyor, rakip analizi yapıyor, ancak bu durum Fatih Terim’in itici kuvvetinin “Motivasyon” olduğunu değiştirmez. Maç öncesinde, oyuncularını maça götürürken rahatlığında, maç içerisinde dediklerini yapsın yapmasın oyuncularını azarlarken de, amaç motivasyonlarını üst seviyede tutmaktı. Oyuncuların bir an uyumasına izin vermedi. Elbette ilk yarı Muslera’nın Brahimi’nin şutunu kurtarması da Galatasaray’ın maçın içinde kalmasını sağlayan önemli faktör olduğu unutulmamalı. Eren sakat olmasa da Porto deplasmanında bu on bir tercih edilebilirdi. Eksik olarak değerlendirmiyorum. Fakat Ndiaye olsa, çok daha rahat bir oyun ortaya çıkabilirdi. Asıl eksik oydu. Hızlı ataklarla 1-0 öne geçip, skor avantajını aldıktan sonra rakibin üzerine gitmek üzerine kurgulanmış bu on bir, ilk yarıda istediği pozisyonları da buldu! Motivasyon ve basit bir oyun planı üzerine kurulu takım, deplasmanda bulunabileceğinden fazla pozisyon yaratıp, atamadı; stoperlerin Marega’yı unuttuğu bir duran toptan, acemice bir gol yendi. Galatasaray boş alanı bol oyunda, oyuncu değişiklikleri ile savunma disiplinini bıraktı. Boş alanlar iyice arttı. Gol atmak için umursamadığı bu bozuk düzen oyunda, pozisyon bulamazken daha çok tehdit altında kaldı. Fatih Terim, “Herkesin herkesi yenebileceği bir grup” demişti. İkinci maçlarda bunun doğru bir öngörü olduğu ortaya çıktı. Gruptan çıkmak için savunma disiplinini elden bırakmamak gerektiğini bu maça bakarak anlamalı!