Zaman Gazetesi’nin önünde polise direnip, sloganlar atan o güruhu görünce, 19 yıl önceki bir fotoğraf geldi gözlerimin önüne…
Akşam Gazetesi’nin yönetici ve yazarları olarak, İstanbul’da Fethullah Gülen’i dinliyorduk. “Ben gerginlik istemiyorum” diyordu:
-Gerekirse inzivaya çekilir, bir mağaraya girer yaşarım.
Gözleri dolu dolu, anlatmayı sürdürüyordu:
-Arkadaşlarıma söyledim. Beni öldürseler bile “gerginlik çıkarmayın, sessiz sedasız gömün” dedim.
Sonra, ABD’ye gitti. Sırtını sağlam gördüğü yerlere dayadı. Sıkıntının da, gerginliğin de odağı haline geldi. Şimdi, ne kadar destekçisi varsa, sağa sola saldırtıyor. Hem de hiçbir kutsal tanımadan.
* * *
Öylesine bir kin ve nefret biriktirmiş ki, hızını alamayıp beddua seansları düzenliyor. Ancak, her seferinde daha fazla batıyor. Attığı her adım, söylediği her söz, bumerang misali dönüp, kendisini vuruyor.
Adeta, peşine düşen herkesi sıkıntıya sokmak ve perişan etmek gibi bir misyonu var. Hali vakti yerinde olan adamları yurt dışına kaçtı, kurtaramadıklarının bazıları cezaevinde, çoğunluğu oluşturan garibanlar ise evlerine ekmek götürememenin sıkıntısında.
Nihayet, Zaman Gazetesi’ne de el konuldu. Ama halen perişan ettiği o insanlar üzerinden savaşını sürdürüyor. Zaman Gazetesi, dün “Anayasa Askıda” manşeti ile çıktı. Altındaki spotta da Anayasa’nın 30. Maddesi’ne yer verildi:
“Kanuna uygun bir şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alıkonulamaz.”
Evet, aynen öyle! Ancak, Anayasa “kanuna uygunluktan” bahsediyor. Gülen medyası kanun mu dinledi? Son günlerde nerede suç işlediği iddia edilen bir kişi ve grup varsa, sahip çıktı. Hep onların üzerine giden yargı mensuplarını suçladı.
İddianameler düzenlendi, Fethullah Gülen “örgüt lideri” sıfatıyla bir numaralı sanık olarak yer aldı. Zaman Gazatesi başta olmak üzere bu yayın organları, “Fethullah Gülen Hocaefendi” diye kendisini göklere çıkarttı.
* * *
Bir de “Özgür Basın Susturulamaz” sloganı var ki, evlere şenlik!..
Hangi özgürlük? İradelerin tek bir adama terk edildiği, dudaklarının arasından dökülen her sözün kanun kabul edildiği bir yapı özgür olabilir mi? Basın özgürlüğü, röntgencilik, haysiyet cellatlığı, ajanlık ve devleti ele geçirmek dahil, pek çok eylemle suçlanan bir kişi ve yapıyı yüceltme hakkı verir mi?
Ortada özgür basın mı vardı ki susturuldu?
Tam tersine, basın özgürlüğüne en büyük darbeyi bu yapı vurdu. Basın yayın organları peş peşe ve sinsice ele geçirildi. İçlerinde benim de bulunduğum yüzlerce insan tasfiye edildi. Yerlerine de aynı tornadan çıkan, sorgulamayan, tartışmayan, biat kültürü ile yetişmiş, emre itaat eden insanlar getirildi.
Savcılıklarca hazırlanan iddianameler ortada: Onlara “gazetecilik” faaliyeti adı altında suç bile işletildi.
* * *
Bu örgüt yapısı içinde bizzat benim yaşadığım korkunç olaylar var:
Çalıştığım Bugün Gazetesi, Akın İpek tarafından satın alınmış ancak gazeteci tasfiyesi henüz gerçekleşmemişti. O günlerde, ben de Bugün Gazetesi yazarıydım. Bir gün Zaman Gazetesi’nden yetişip, Bugün’e “temsilci” sıfatı ile getirilen çocuk, heyecanla odama girdi. “Abi, Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can, başörtüsü hakkındaki raporunu mahkemeye sunmuş. Ben alamadım, yardımcı olur musun?” dedi.
Gazeteciyim, doğal olarak ben de raporun peşine düştüm. O çocuk birkaç kere daha odama girip çıktı. Sonuncusunda aynen şunları söyledi:
“Abi, ben polise de sordum. Onlarda da bir bilgi yok.”
Bu ne demek biliyor musunuz? O dönemde Anayasa Mahkemesi’nde pek çok ismin telefonunun dinlendiği demek! Ayrıca, yasa dışı yollarla o telefonları dinleyenlerin, bu bilgileri yine kendileri ile birlikte hareket eden Gülen medyasına aktardığı anlamına geliyor!
Bu mu basın özgürlüğü? Bu mu gazetecilik?
Demem o ki, biz bu ülkede “gazetecilik” maskesi altında neler yapıldığını çok iyi biliyoruz. Onlar “özgür basın” diye bağırırken, acı bir şekilde yüzümüzü buruşturmamız da bundan!