Beşiktaş’ın son oynadığı Ankaragücü maçında, Burak Yılmaz sahaya sarı kart sınırında çıktı. Göreceği bir karttan dolayı, Galatasaray maçında oynamaması kesin olduğundan bütün bir hafta bu mevzu konuşuldu. “Şenol Güneş, Burak’ı oynatırsayla” başlayan bir sürü cümle üretildi, kurulan algı tezgahlarında. ‘Tüm bunlara istinaden temiz bir maç oynadı’ diyebiliriz Burak için. Bir pozisyonu var sadece sırtı dönükken hızlı geliyor rakibi arkadan, bir çarpışma söz konusu. Ve kolu istemsizce adamın yüzüne kalkıyor. Hadi kurallara uyalım, kol açık ve yüz hizasındaysa kart gerebilir. Hakemin inisiyatifi ne kalmış. Ve inanın orada değilim. Ben maç sonunda Ankaragücü teknik direktörünün söylediklerindeyim. “Burak o pozisyonda sarı görse haftaya Galatasaray maçında oynayamayacaktı!!”
Hoppala… Bu lafı pazartesi günü Konya maçından sonra Fatih Terim söylese anlarım, zira bir hafta sonraki kendi maçıyla doğrudan ilgili. Ve tek laf etmem. Ama sana ne be arkadaş? Seni bağlayan bir durum söz konusuysa et isyanını. ‘Adamın canı yanmış haklıdır’ diyeceğim. Bu senin yaptığın hocam maalesef bilinç altındaki Galatasaraylılığın dışarıya taşması. Yakışmadı.İsyan deyince şsyan, isyan gibi olmalı. Adamın ciğerine değmeli. Aklını almalı. Bak! Sergen ne diyor? Alanyasporlu futbolcuların geçirdiği kaza sonrasında kaybettikleri Josef Sural için, “Her dakika yanınızda olan bir çocuğu toprağa veriyorsunuz. Tarifi mümkün değil. Ne maçı? Antrenmana bile çıkmamız zor.” Tarifsiz bir elem. Ve sözün bittiği yer.
KASTAMONU VE BARTIN
Bartın UNIBJK’nin hazırladığı panele, konuk ve konuşmacı olarak davet edildik. Ama önce Kastamonu Üniversitesi’nde okuyan arkadaşlarımızla, yan yana gelmemizi planlamıştık. Öyle de yaptık. Dolayısıyla uçağımız Kastamonu’ya indiğinde kalabalık bir Beşiktaş taraftarı topluluğu bekliyordu bizi. Büyük ve sakin bir toplantı alanı ayarlamış çocuklar. İlgi, sevgi, merak. Müspet ne ararsanız vardı masada. Çaysız muhabbet olur mu? Bol çayla hem hasret hem de hararet giderdik. Üniversiteli kardeşlerimizin ortalama yaşını 20 olarak aldığımızda ve benim 5 senedir maçlara gitmediğimi göz önünde bulundurduğumuzda, aynı zaman diliminde tribünde olma şansımız bir hayli azalıyor. Dolayısıyla merak unsuru bayağı bir zirve yapmakta. Yaklaşan kongreyi konuştuk, Burak Yılmaz’ı ve Quaresma’yı sordular. En gözlerin dolası ve en can alıcı noktamızı tribünleri biriktirmişler hafızalarında. Oradan vurdular. Lakin zamanımız kalmamıştı. Ve tez davranmamız gerekiyordu. Müsaade istedik, Bartın Üniversitesi bizi bekliyordu zira. Yola çıktık. Yanımda Çankırı Beşiktaşlılar Derneği Başkanı sevgili Oğuzhan da vardı. Tam Bartın’a girerken Erdem’e ‘Ulus’ tabelasını gösterdik. (Bir kazası herhalde Bartın’ın) ‘Soyadının bu ilçeyle bir alakası var mı?’ diye sorduk. Erdem’de laf çok, ‘Soyadımdaki ‘Ulus’ Etiler Ulus’tan geliyor’ demez mi. Seni sosyete sevdalısı seni. “Vayyy!” dedim. “2 dakikada sattın Bartın’ı.” Bartın cümbür cemaat bizi bekliyor tabi. Gomez transferinin soru işaretlerinden tutun da 270 ıslak imzanın neden kabul edilmediğine kadar bir dolu soru sordular. Ve tabi sayın büyüğümüz Beşiktaş şehidi sevgili Şan Ökten’in, Beşiktaş’a kamp yeri bakmaya Bartın’a giderken geçirdiği trafik kazası sonucu ölümünü yad ettik. İki farklı şehirde ve üniversitelerde geçirdiğimiz günün ana fikri; “Beşiktaş aşkının mesafe tanımadığıydı.” Kan bağı yoktu ama tasvir edilemez bir yakınlık söz konusuydu. Ana fikrin baba fikri ise, “Dipten pırıl pırıl bir gençliğin, saf ve temiz Beşiktaş şiarıyla yola çıktığıydı.” Teşekkür ederim Bartın ve Kastamonu, iyi ki varsınız.