İlk soru, parlamenter sistemin neden tıkanmış olduğudur. Yıllardır, başkanlık sisteminin bu tıkanıklığını aşmak için olduğu kadar, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin daha ileri bir aşamaya gitmesi için de önümüzde duran bir seçenek olduğunu savunuyorum. Kim hangi gerekçelerle itiraz ederse etsin, bugün parlamenter sistem Türkiye’nin siyaset kurumu içinde anti demokratik yapıların tutunduğu, bu yapılanmalarla birlikte toplumsal taleplerin siyasal süreçlere etkili bir biçimde yansımasının önünü kesen bir sistem haline gelmiştir.
“Türkiye’deki gelişimine bakıldığında parlamenter sistemin başlangıcından itibaren bürokratik elitlerin siyasal güç devşirdiği bir işleyişe sahip olduğu söylenebilir. Türk parlamento tarihinin kuruluşunda Sultanın yetkilerini kısıtlamak üzere ortaya çıkan bu kurumun, hızlı bir biçimde bürokratik elitlerin iktidar alanı haline geldiği görülür, hatta bürokratik kadro içinde militer unsurların yükselişi, bir anlamda militarizmin siyaset kurumu içindeki tahakkümü bu vasatta oluşmuştur diyebiliriz.”
Kimin parlamenter sistemi?
Bu gelenek, yani parlamento içinde bürokratik elitlerin tahakkümü, milli mücadele süreci dışında hep devam ede gelmiştir. Bilhassa çok partili hayata geçişten sonraki dönemde, parlamenter sistemin içinde milli iradeyle bürokratik-militer kadrolardan oluşan devlet iktidarının rekabeti söz konusu olmuştur. Askeri müdahale ve darbeler bu rekabetin nasıl sonuçlandığını gösteren olaylardır.
Dolayısıyla ‘Türkiye’nin uzun bir parlamento geleneği var’ demenin anlamı ‘evet bu ülkede uzun bir süredir parlamento vardır fakat bu kurum yıllardır millet iradesinin değil, devlet elitlerinin denetimindedir’ demektir. Anayasa hukuku derslerinde ilk gün söylenen ‘demokrasi, parlamentosu olan her ülkede değil, parlamentosunda milletin özgür iradesinin egemen olduğu ülkelerde var olabilir’ cümlesini düşündüğümüzde, bizdeki sorunun siyasal yapının örgütlenme biçiminde ve parlamentonun buradaki konumunda olduğunu görmek mümkündür.
“Türk siyasal yapısında, devlet merkezli bir ilişki biçimi yerleşmiştir; bu ilişki hem ideolojik olarak sivil alanı yani toplumu ve bireyi dışarıda bırakıp nesneleştiren bir siyaset anlayışıyla, hem de fiili olarak parlamento üzerinde vesayet oluşturan iktidar zümresiyle, parlamenter sistemi denetim altına almıştır. Bu sebepledir ki, yıllarca mecliste oluşan milli irade devletçi elitlerin iktidarı karşısında etkisiz kalmış ve ülkenin demokratikleşmesi, bu ilişkiler bağlamı üzerinden akamete uğratılmıştır.”
Sistemin sahipleri
Son on yılı aşan sürede demokratikleşme yönünde birçok reform yapılmış olmasına rağmen, gerek anayasal gerekse diğer yasa ve mevzuat karşısında mevcut sistem içinde meclisin sorun çözme gücünü artırmak konusunda birçok engelle karşılaşılmaktadır.
“Bugün parlamenter sistem içinde, merkeziyetçi bürokratik siyaset geleneğinden gelen Türk toplumunun daha ileriye gitmesi, millet iradesini siyaset kurumunun bütün ilişkilerine taşıması, demokrasi içinde sorun çözme gücünü artırması, politika üretmesi ve bunu pratiğe aktarması birçok yönden tıkanmış bulunmaktadır. Bunda Meclis’i etkisizleştiren yapısal faktörler kadar, siyaset geleneğinin, siyaset kültürünün etkisi vardır, çünkü bu kültür bütünüyle anti-demokratik ilişkiler üzerinden oluşmuştur ve mevcut sistemin eski vesayet yapısını korumak üzere şekillenmiştir.”
Netice olarak bürokratik tahakküm geleneğini tasfiye etmek ve Türkiye’nin tam demokratik bir siyasal düzene sahip olması için, eski yapıya göre düzenlenmiş bütün kurumların değişmesi zorunludur ve başkanlık sistemine geçmeden yapısal değişimi başarmak mümkün değildir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin demokratikleşme iradesini tıkayan bu yapıyı değiştirme yönündeki taleplerini şahsına indirgemeye çalışmak, tüm bu yapısal sorunları inkâr etmek demektir.