Dünden devamla, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ele geçirdiğimiz yeni reform soluğu/fırsatının önemi üzerinde yazmaya devam ediyorum.
Avrupa Birliği üyelik sürecinde ülkemizin uğradığı haksızlıklar ve maruz kaldığı çifte standartlar ortada. Esasen bunu ikili konuşmalarda Avrupalı siyasetçiler de eksiksiz kabul ediyorlar. Genelde sığındıkları gerekçeler konjonktürel oluyor. Daha dürüstleri bunu AB’nin 28 üyeden oluşan karmaşık karar alma mekanizmasına bağlıyorlar. Çok daha dürüst azınlık bir kesim ise, bu ikincisine Türkiye’ye haksızlık yapıldığını ekleyerek cevap veriyorlar.
Ancak, biz hiçbir zaman AB üyeliğinin anlamını sadece bu topluluğa katılmanın maddi/siyasi kazancında yoğunlaştırmadık. Avrupa’da aslında bedeli ağır ödenerek ortaya çıkmış, evrensel olabilecek yönleriyle değerli bir demokrasi müktesebatı vardı. Siyasi sonuçlarından bağımsız olarak, bu yolun Türkiye için her açıdan kazançlı olacağını da öngördük. En azından benim AB üyeliğine yaklaşımım bu yöndeydi.
Temelde bir farklılık yok bu durumda. Üyelik sürecinde yükümlülüğüne girdiğimiz ev ödevlerini AB’ye üye olmaktan önce, kendimiz için, biz istediğimiz için yapmalıydık. Ancak, burada Avrupa’ya doğaüstü bir anlam yükleyenlerden de olmamak gerekir. İnsan yapımı her şey kusurlu ve eksiktir. Bizdeki bazı Batıcıların, Avrupa ve ABD’ye yükledikleri metafizik anlamı da çok gülünç bulmuşumdur.
Bana göre, Venedik Komisyonu siyasi manada hangi raporu yazarsa yazsın, 16 Nisan’da Türkiye demokratik anlamda çok büyük bir iş başararak hükümet sistemini güncellemiştir. Mesela, mümkün olsaydı da biz 16 Nisan referandumunu 2007’de yapmış olsaydık, emin olun buna AB destek çıkardı. Hiç önemsiz demiyorum ama konjonktürel olarak değişen şart ve ilişki biçimlerine o denli ehemmiyet vermemek lazım.
Haliyle, kim ne der, ne söyler pek bakmadan, Türkiye AB sürecini, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi reformu ile mezcederek demokratik yürüyüşüne devam etmelidir ve edecektir. AB üyelik sürecinde yapmamız gereken şeyler ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi için gerekli olan uyum düzenlemelerindeki paralellikleri iyi ve tam kullanarak muazzam bir süreç başlatabiliriz. Üstelik reform konusunda çok kabiliyetli, iştahlı bir millet, lider ve hükümete sahibiz.
Karamsar tablolara çok takılmamak lazım. Tabii ki gerçekçi olacağız. Ama Türkiye’nin önü çok açık. Bunu net biçimde iddia ediyor ve tekrar söylüyorum: Türkiye’nin önü çok açık.
Yaşadığımız türlü engellemeler de aslında çoğunluk bununla ilgili.