1- Çoğulculuktan bahsederken eğer bir hususu sarahate kavuşturmaz isek yanlış yapmış oluruz.
İmam Maturidi dinde çoğulculuktan bahsederken kuşkusuz başıbozukluğu savunuyor değildi.
Her aklı selim gibi o da kaosu, kaotikliği, sınır tanımazlığı, sorumsuzluğu insanlık ve tabii ki İslam için tehlikeli ve mücadele edilmesi gereken unsurlar olarak görüyordu.
2- Hep vurguladığımız ve söylediğimiz gibi;
Tevilde bulunmanın ve çoğulculuğu makul ve makbul saymanın temel şartı çizilen çerçevenin dışına çıkmamak ve ana ilkelerle çatışmamaktır.
Bazen de kişiler (gruplar) açıktan ana ilkeyi kabul edip çerçevenin dışına çıkmış olmayı kabullenmeseler de söyledikleriyle ve eylemleriyle bütüne (insanlığa, dine, ümmete) zarar verici konuma düşebilirler.
Böyle durumlarda İmam Maturidi ve onun gibi düşünenler bu kişileri (grupları) tekfir etmeseler de onlarla mücadele etmekten geri durmamışlardır.
Bu mücadele fikri düzeyde olabileceği gibi bilfiil de olabilir.
İmam; Mutezile, Cebriye, Kadiriye vs. gibi çerçevenin dışına çıktığına kani olduğu gruplarla fikri planda uğraşıp onlara reddiye yazmanın yanında;
Eserlerinde bu gruplara dair açıklamalarını ‘onları dövmek lazım gelir’ temennisiyle bitirir.
Belli ki bu konudaki tavrı hocası Ebu Hanife gibidir;
Bir vesileyle Ebu Hanife’ye Haricileri tekfir edip etmediği sorulur,
O cevaben; ‘hayır onları tekfir etmiyorum ama onlarla savaşırım’ der.
Yani bir kişinin Allah’a ve peygambere iman ve itaat dairesinin dışına çıkıp çıkmadığına dair hükmü Allah’a bırakırken; topluma (ümmete) zarar verdiği ve tehdit ettiği için, onların şerrini def etmek babında gerekirse onlarla savaşacağını açıklamıştır.
Bu aslında Hz. Ali’nin uygulamasının söze dökülmesinden başka bir şey değildir. O da Haricilerle savaşmış ama onları tekfir etmemiştir.
(Yeri gelmişken belirtmek gerekirse İmam Maturidi ve hocası Ebu Hanife’ye nispet edilen ‘rey ekolü’ İbn-i Mesud üzerinden Hz. Ali’ye ve Hz. Ömer’e dayandırılır.)
3- Maturidi’nin çoğulculuk anlayışı onun;
“İlk insandan bu yana din tektir, değişen şeriatlardır. Peygamberler bir önceki peygamberin dinini değil, şeriatını neshetmiştir” görüşünde temellenmektedir.
Bu bağlamda İmam; en tepede bütün şeyleri kapsayan bir din anlayışına, yani genel bir kapsayıcılığa sahipken;
Genel yapının içinde zaman ve şartlara göre farklı şeriatların olabileceğine inanır.
Bu meyanda şu söyledikleri her şeyi açıklayıcı ve özetleyici bir mahiyet arz eder;
“Nasıl ki, aslı ve özü itibarıyla gökten bir ve aynı tatlı su indiği halde, yeryüzünün, yani toprağın farklı renk ve bileşime sahip olmasından ve farklı konumda bulunmasından dolayı, su yere indikten sonra renk ve tat bakımından değişip kimi yerde sel, kimi yerde bulanık olarak akıyorsa; din de durum böyledir. Yani insanda fıtraten bulunan ve ayrıca vahiy yoluyla da bildirilip desteklenen, bir başka deyişle, Allah’tan gelen din bir tane olduğu halde, insanların farklı dinlere, yani farklı mezhep ve şeriatlara sahip olması, onların toplumsal ve kültürel farklılıklarından kaynaklanmaktadır.”
(Not: Yukarıdaki metinleştirmeyi Tevilat’ın çeşitli noktalarına atıfla Hanifi Özcan yapmıştır.)