Son günlerde ortaya çıkan pespayelikten bahsetmeyeceğim; bu tür seviyesizliklerin ‘anti-demokratik’ tutumların kaynağında ne vardır veya bu pespayeliklere rastlamak neden bu ülkede bu kadar kolay olmaktadır?
Kültürel iktidar, Türkiye’deki ‘tarihsel iktidar blokunun’ ideolojik ve politik unsurlarından oluşan bir yapıdır. Burada yer alan edebiyatçı, sinemacı, müzisyen, tiyatrocu vb. unsurlar ancak kültürel iktidarın belirleyiciliği altında bu sıfatları edinirler; ancak o iktidara tabi oldukları sürece bu kimliklerini sürdürebilirler. Onlar, kültürel iktidarın ideolojik söylemine doğrudan karşı çıkmayı bir tarafa bırakın onun sembolik unsurlarından birine dahi aykırı düştüklerinde tasfiye edilirler, yaşayan ölü haline dönüştürülürler.
KİMİN İKTİDARI!
Türkiye’nin tarihsel iktidar blokunun zümresel olarak iki önemli kanadından biri asker/bürokrat kadrolar diğeri ise ‘resmi aydınlar’ ya da devlet vesayetindeki ‘aydınlardır’. İmparatorluk yapısı içinde sivil yapıların tasfiye edildiği ‘Batılılaşmanın’ devlet ideolojisi halini aldığı zamandan bu tarafa, kültürel iktidarın zümresel temeli bu beşeri unsurlara dayandığı gibi ideolojik yapısı da Batılılaşma ekseninde şekillenmiştir. ‘Modern’ ya da modernleşmeden söz edilmesine bakmayınız onlar düpedüz anlayabildikleri kadarıyla kendi kimliklerinden uzaklaşarak, kimlik değiştirerek Batılı olmak isteyen bir zihniyetin adamlarıdır.
Bu sorunlu kişilikler kendi hallerinde kalmaları durumunda ancak kendilerine zarar vereceğinden sosyal bakımdan zararsız sayılabilir fakat bu anlayışın devlet ekseninde bir ideolojik hegemonyaya dayanması bütün toplumsal kimliği, yerli kültürleri tehdit edecek bir boyuta ulaşabilir. Batılılaşma ideolojisi üzerinden kurulan hegemonik ilişkilerin bütün yerli kültürlere karşı tahribatkârlığının esasında bu mesele vardır.
Bu durumun meydana getirdiği en önemli sonuçlardan biri kendi halkıyla sorunlu olan aydın tipinin ortaya çıkmasıdır. Bu bağlam içerisinde Türkiye’de ‘resmi aydınlar’ Batı’ya öykündükçe Batılılaşma ideolojisinin misyoneri halini almakta bunun yansıması olarak da kendi toplumlarını değiştirip Batı’ya benzer bir toplum inşa etmek için kaçınılmaz olarak anti-demokratik bir zihniyet yapısına sahip olmaktadırlar.
TAHAKKÜM!
Geçtiğimiz günlerde ünlü bir romancımızla yapılan uzun bir mülakat medyada yer aldı. Romancımız ‘Babasının hafız olduğunu sakladığını, bunu açıklamaktan utandığını söylerken’ mahcubiyetini gizlemiyordu.
Hali vakti yerinde olan ailesi çocuklarını okutmak için kasabasından başkente gelmiş kızını filolojide okutmuştu fakat önce eğitim kurumları ‘devletin ideolojik aygıtı’ olarak devreye girip kızı devşirme işlemine tabi tuttuktan sonra, kültürel iktidar alanına taşıyıp kendi halkından ve kültüründen uzaklaştırmayı başarmıştı! Burada soru şu, gençler kültürel iktidarın diline aykırı davransalardı romancı, şair vb bir sıfatını almaları mümkün olur muydu; hadi aldılar kendilerine ‘adı lazım değil’ muhtelif edebiyat ödülleri verilir, kitapları çok satanlar arasında yer alır popüler yazar haline gelirler miydi?
Sorun, resmi aydınların halklarıyla barışması, demokratik değerlere saygı göstermesi değildir; bir ülkenin aydınlarının demokratik değerleri benimsemelerinin de, özgür insanlar haline gelmelerinin de kendi halklarıyla barışmalarının da yolunun ‘kültürel hegemonyayı’ aşmaktan geçtiğini görmek gerekir.