Yeni Türkiye’nin kapılarının ardına kadar açılacağı bir dönemin hemen arifesindeyiz. Aktüel tartışmalar, ülkenin ve bölgenin içinden geçtiği sert süreçler, alışıldık siyasi dengelerin alt üst oluşu bazı insanların kafasını karıştırabilir. Öte yandan, iletişim devrimi ile siyaset mühendislikleri ve algı yaratma faaliyetleri tavan yapmış durumda. Hakikatin ne olduğundan çok, nasıl bir hakikat inşa edildiği ön planda.
Ama hayat algı mühendisliklerine göre ilerlemiyor. Bir şeyi “öyle” yansıtmakta o şey gerçekte “öyle” olmuyor. Gerçekle onun parodisi arasında hayati bir fark var. Mesela Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı mücadele edilmesi halinde yerel yöneticilere bağımsızlık sözü verilmişti. Son yüzyılda Ortadoğu’nun hali ortada. Sadece Suriye’nin içine düştüğü cehennem bile, o dönem yaratılan algı ile gerçekliğin ne kadar farklı olduğunu ortaya koymuştur. Tarihten buna benzer sayısız dramatik örnek çıkarılabilir.
1950’lilerden bugüne bakıldığında, asıl mücadelenin algı yaratma alanında verildiği açıktır. Menderes ve Özal’a dönük karakter suikastlarını hatırlayın. O dönemde bu algı faaliyetlerine kananlar, hatta gerçekliği böyle kabul ederek bu algıya hizmet edenler yaptıklarının bir demokrasi mücadelesi, yurtseverlik olarak görebilmişlerdi. Erbakan’a yönelen 28 Şubat postmodern darbesi ise tamamen bir algı operasyonuydu. Bir kesim, televizyonlarda izledikleri kurguların gerçek olduğuna inandı. Çünkü bir ülkeyi dizayn edecekseniz, mutlaka bir miktar toplumsal rıza yaratmak durumundasınız.
Ama herhalde hiçbiri, Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti kadar hedef olmamıştır. Bunun en önemli nedeni, bu siyasi hareketin “bağlantısız” yerli bir aktör olmasıdır. Türkiye’nin vesayette tutulması için, yerel aktörün arkasında bir dışgücün olması, o gücün Türkiye üzerindeki hesaplarını kabul etmesi gerekir. Böylelikle bu siyasi aktör milli iradeyi dış aktörle paylaşmakla, iktidarda kalma, desteklenme garantisi alır. Kaderi, dış güçlerin kendi aralarındaki rekabete bağlıdır.
İşte Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin bunca hedef olması, böyle bir mandacı münasebete girmemesi, girmeyi bırakın, devlet ve tüm sivil alana sızmış FETÖ gibi paralel devlet yapılanmalarına karşı şiddetli mücadele etmesi nedeniyledir. Böylelikle, Birinci Dünya Savaşı’nda bir süper güç olmaktan orta boylu zayıf bir ülkeye indirgenen ülke yeniden tarih sahnesine dönme şansı elde ediyordu. Bu büyük bir iştir. Bütün hesapları alt üst etme potansiyeline sahiptir.
İşte Türkiye, bu on altı yıl sonunda delik deşik edilmiş hükümet sistemini reformdan geçirerek Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni yasalaştırdı. Vesayetin yuvalandığı yönetimsel zaafını giderdi ve eşzamanlı olarak paralel devleti içinden sökme iradesi gösterdi.
Bu nedenle 15 Temmuz’da topu birden geldi, Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi geldikleri gibi de gittiler. Bugün olmadık abidik gubudik siyasi mühendisliklerle seçimleri etkilemeye çalışıyorlar. Bu aslında 15 Temmuz’daki başarısızlıklarının sonucu olarak mahkum oldukları bir yöntem. Dövizle oynayarak, raporlar yayımlayarak dışarıdan güç aktarıyorlar.
Oysa Türkiye’nin önünde açtığı yol hepimizi birleştiren bir kapsayıcılığa sahiptir. Alparslan’ı, Osman Gazi’yi, Fatih’i, Kanuni’yi, 3. Selim’i, Abdülhamid’i, Atatürk’ü, Menderes’i, Özal’ı ve tüm bağlantısız liderleri bir masaya oturtsanız, muhtemelen bu analizde birleşirlerdi.
Ben bizlerin de aynı görüşte birleşeceğimizden eminim. Zaman geçtikçe şüpheleri olanlar da bu hayati tespite hak vereceklerdir.