Üzerinden bir okuma.
1
Dünden bugüne Batılıların (Hristiyanların), kendilerince, kendi varlıkları ve bekası için bütün meselesi Müslümanları geriletmek/çökertmek/yok etmektir.
Bunun için İslam toprakları işgal edilecekse edilir.
Müslüman devletler yıkılacaksa yıkılır.
Müslümanlar arası fitne çıkarılarak (ki bu yöntem en sağlam ve en çabuk sonuç alacak yöntemdir) Müslümanları kıyıma uğratacak her türlü imkan denenir her alet kullanılır. Ne yazık ki, Osmanlıların Batı karşısında güç kaybetmeye başladığı günden beri, Batı ile Müslümanlar arasında ki ilişkiler bu minval üzere devam edegelmektedir.
2
Bugüne dair çıkarsamalarda bulunabilmek için en kestirme yollardan bir tanesi şüphesiz geçmişteki benzer olaylar üzerinden hareket etmektir.
Şöyle ki… 1700’lü yılların başında, Arabistan’ın Necd bölgesinde dünyaya geldikten sonra, Mekke-Medine gibi yakın çevrede eğitim gören Muhammed Bin Abdülvahhab, daha sonraları Maliki Mezhebi çerçevesinde, İbn-i Teymiyye’nin görüşleri üzerinden yeni bir ‘İslami Hareket’ başlatır.
Daha sonraları bu harekete kurucusunun adına istinaden ‘Vahhabilik’ adı verilir.
Başlangıçta, hem içinde bulunduğu sosyal yapı, hem coğrafi şartlar nedeniyle pek ciddiye alınmayan bu hareket zamanla gelişerek nihayet Osmanlı Devleti’ni tehdit edecek hale gelir.
Zayıf bir hareket olarak başlayan Vahhabiliğin zamanla tehlikeli bir güç haline gelmesinde kuşkusuz İngilizlerin büyük katkısı olmuştur.
Calibi dikkat olan, başlangıçta Osmanlılara karşı Mekke şeriflerini destekleyen İngilizler daha sonra Mekke şeriflerine karşı da Vahhabileri destekler. Bugünden bakıldığında bu desteğin çok stratejik olduğunu görmek mümkündür.
Sonunda Arabistan’ın Osmanlı’dan kopacağı mukadderdir, ama bu kopuş Mekke şerifleri üzerinden olsaydı, araya sınırlar girse bile Balkanlardan Arabistan’a kadar uzayan coğrafya ‘Sünni’ bir alan olarak varlığını muhafaza edecekti.
Arabistan’a Vahhabiliğin hakim olmasıyla; Vahhabilik başlangıçtan itibaren Şia düşmanlığı yapmasının yanında, Sünnileri de tekfir etmesiyle, bölge, hem Sünni dünyadan hem de Şii dünyadan koparılmış bulunmaktadır.
Yani Müslümanlar arasında daimi ve kıyıcı bir çatışma ortamı oluşmuş bulunmaktadır.
3
Bugüne gelince…
Vahhabi Suudi Arabistan ile Şii İran’ın çatışması çerçevesinde…
Hiç dolandırmadan söylemek gerektiğinde;
Batı, yani Hristiyanlar Sünni İslam dünyasını parçalamak ve yok etmek için Şii İran’ı desteklemektedir. Bu desteğin Batılılar nezdinde stratejik gerekçeleri olduğu aşikardır. Bir kere; Müslümanlar dendiğinde ana gövdeyi Sünniler oluşturur, Şiilik tali bir unsurdur. Sayıca da Sünniler çok, Şiiler azdır.
Diyebiliriz ki; yeryüzünde Şiiler yok edildiğinde İslam dünyası çökmüş sayılmaz, ama Sünnilik yok edilirse, Şiilik ne kadar güçlü kalırsa kalsın İslam dünyası dağıtılmış, yok edilmiş olur.
Ayrıca, kimi yorumlara göre, Şiiliğin, İslam’ın Farısi yorumu olduğu göz önüne alındığında, Şiilerin diğer Müslüman devletlerle, milletlerle çatışmanın/çatıştırmanın sağlam bir temeli mevcuttur.
Bir de, Şiilikte bir umde olarak var olan; “bizim için her yer Kerbela, her gün Aşure’dir” duygu dünyasında çok rahatlıkla savaşacak elemanların kolaylıkla bulunabileceği gerçeğini dikkate alırsak…
Varın gerisini siz hesaplayın.
Bu noktada aklı selim her Müslümana, devlet ve millet ölçeğinde Türkiye’ye büyük görevler düşmektedir. Bizim ısrarla; Sayın Cumhurbaşkanı’nın İran ziyaretinde söylediği minval üzere “Ne Sünniyim ne Aleviyim, sadece Müslümanım” söylemini sadece söz düzleminde bırakmayıp, sahaya, hayata indirgeyerek Müslümanlar arası birlik ve beraberliği tesis ederek Batı’nın hesaplarını bir daha boşa çıkarmaktır.