Hopa’da iki yıl önce “bir adam ölmüştü”, bugün deresinin satılmasına karşı çıktığı köyündeki kabrinde yatıyor Metin Lokumcu...
Dün Hopa’da otopsi raporunda ölüm nedeni bibergazı olduğu yazılı Metin Lokumcu’nun ikinci ölüm yıldönümünde anıt mezarının açıldığı saatlerde Gezi Parkı’ndan yükselen toplumsal direnişi yine gün ağarırken basan devlet hiddeti “insansızlaştırdığı” Gezi Parkı’nın etrafını çelik bariyerlerle çeviriyordu...
31 Mayıs 2011’de Hopa meydanında “su haktır satılamaz” pankartının altında Hemşin horonu çekmiş Metin Lokumcu, öğleden sonra binlerce çevik kuvvetle sarılmış Hopa’da biber gazıyla hayatını kaybetmişti...
Şimdi tam iki yıl sonra İstanbul caddelerinde güç üzerine güç devşiren Robocop devlet, TOMA’larla vatandaşları “haşarat” gibi uzaktan bibergazlı suyla yere pervasızca yıkıyordu...
Gezi Parkı’nda direnen kafa travması geçiren, kolları kırılmış yaralı insanlar-gazdan boğulmuş yüzlerce İstanbullu’nun sadece canı yanmıyordu...
Devletin vatandaş canını ve hakkını korumakla mükellef anayasal güvencenin ortadan kalktığına ve siyasi, idari kamu yetkilerinin kamuya karşı nasıl hukuku katlederek kullanılabildiği kafalara dank ediyordu...
31 Mayıs 2011’de genel seçimlere giderken deresine, ormanına, köyüne sahip çıkanları düzen düşmanı sayan otoriter pratik tabii ki iki yıl sonra mutlaklaştırdığı kudretiyle Gezi Parkı için direnen insanlara tek bir saat bile tahammülü yoktu...
Ne de olsa günümüzde “makbul vatandaş” sermayenin akacağı güzergâhta sesini kesip kenara geçip siyasi erkana duacı olanlar ya da Gezi Parkı’nın yanından Rihanna konseri heyecanıyla trafiği kilitleyen 35 bin pop-İstanbullu temsil ediyordu.
YA GEZİ PARKI DAYANIŞMASI BÜYÜRSE!
Tabii ki Gezi Parkı’ndaki insan dayanışmasını en sert biçimde ezmeliydi...
Çünkü esas tehlike Taksim Gezi Parkı’nı dolduran on binlerce insanın “Gezi Parkı bizimdir” haykırışıydı.
İstanbul’un göbeğinde yeşeren toplumsal muhalefet dayanışması “dezenforme edilemez, marjinalleştirilmez” kararlılıkla an be an büyüyordu...
Demokrasilerin en temel göstergesi “direnme hakkının” adi suçlu muamelesi gördüğü ve biber gazıyla hayatını kaybeden “direnenlerin” öldükten sonra adının telaffuz bile edilmediği Türkiye çadırları, yakılan ağır darp edilen insanları görmemek için “Gezi Parkı’na” ekranlarını kapatıyordu.
“Gezi direnişi” Roboski, Reyhanlı gibi koyu bir otosansüre tabi kılınıp gözlerden ötelenmekle kalmıyor jammer donanımıyla parktaki darp görüntülerin yayılımı da engellenmeye çalışılıyordu...
31 Mayıs 2011 ila 31 Mayıs 2013 arasında geçen bu iki yıl Hopa direnişinden Taksim Gezi Parkı’ndaki çadırlara uzanan her gün “yaşam ve nefes alanlarımızı” çitleyerek ve nasıl yaşayacağımızı, düşüneceğimizi buyurarak Metin Lokumcu’yu nasıl haklı çıkartmıştı?..
O zaman vicdan damarları kireçlenmiş bazı konfor düşkünü entelektüellerimiz Metin Lokumcu’nun ardından “gariban adamın biri fazla heyecandan ölmüş” sakil açıklamasını yapmıştı.
Ama tarih teyit etmiştir ki, Metin Lokumcu’nun heyacanı doğru zamanlı bir heyecandı ve onun kaygısına direnişine iki yıl geç kalan bizlerdik...
31 Mayıs 2011’de Hopa’da can veren Metin Lokumcu ve 30 Mayıs 2012’de Yalova yine yüzüne biber gazı sıkılan ve hayatını kaybeden Çayan Birben’in aziz hatıralarına selamlarla...