İnsan uygarlığı olarak geldiğimiz noktanın karnesini almak mümkün olsaydı, o karne nasıl olurdu?
Herhalde okullarda aldığımız türden karneden veya denetleme raporundan daha karmaşık bir değerlendirmeden bahsetmek gerekirdi. Ama sanırım, tüm karmaşıklığına rağmen insan uygarlığının sınıfta kaldığını söyleyecektik.
İnsan uygarlığının toplamından bahsetmiştik. Dolayısıyla artılar ve eksiler toplanacaktır. Başarılı görülen müreffeh devletlerde, fakirliğin, kadına şiddetin, transparan ırkçılığın boyutları hiç de azımsanacak gibi değildir. Sonra, dünyanın bir kesitinde, mükemmel bir düzen tesis edilebilmiş olsaydı dahi, Arakan’daki vahşet tek başına sınıfta kalmamıza yeterli olacaktı. Kaldı ki vahşet, açlık, yoksulluk tek bir bölgeyle de sınırlı değildir.
Peki, dünya üzerinde mükemmel bir etik çerçeve çizmek, sorunların hepsini halletmek, insan uygarlığının kapasitesi dahilinde midir? Biz böyle bir menzili hiç deneyimlemediğimiz için, buna olumsuz yanıt vermek daha gerçekçi gözüküyor.
Ama mesele bu da değildir. Çünkü, “Bu mümkün müdür?” sorusuna gelene kadar yapılabilecek ve insan kapasitesinin içinde olan pek çok şey yapılmamıştır. Bunlar yapılmamışken, böyle sorularla meşgul olmak sadece “yapmak istemiyorum” demenin şık bir yolu olarak kalır.
Bu karamsar tablonun içinde bizlere ümit verecek olan şeyler de vardır. Her şeyden önce, Batı’da ve Doğu’da, insanlar dünyanın bu halinden memnun değildir. Kime sorsanız, kendi durumu iyi olsa bile, size dünyada yolunda gitmeyen bir dizi konudan bahsedecektir.
Bunun ne anlamı var?
Anlamı, insanın böyle bir dünyaya hala alışamıyor olmasının değeridir. Pek çok şeyi yitirmiş olabiliriz. Ancak, çürümenin mükemmelleştiği bir durumu da –henüz- yaşamıyoruz. Bunun için Türkiye iyi bir örnek, başka örnekler de bulunabilir. Bir ülke, üç milyondan fazla mülteciyi kendi içine şikayet etmeden kabul ediyorsa, Bangladeş’e çağrı yaparak “Sınırlarını aç, tüm maliyeti ben karşılayacağım” diyebiliyorsa, ama bundan öte, yönetimin bunu söylemesini mümkün kılan bir kamuoyu desteği varsa, çaba göstermeye değen bir hayatın içinde olduğumuzu belirtmek gerekir.
Leibniz bu varoluş için “Mümkünlü evrenlerin en mükemmeli” demişti. Beşeri boyuta indiğimizde, mümkünlü iyi bir dünyanın en mükemmelini hedefleyebilecek, ona ulaşabilmenin mümkün olduğunu düşünecek bir iyimserliği yaratabiliriz.
Bu mümkünlü dünyanın en iyisi, şüphesiz mutlak mükemmelliğe sahip olmayacak, onda kötülük varolmaya devam edecektir. Belki de had sınırımız budur. Onu oraya ulaştığımızda konuşmak daha doğru olur. Mümkünlü dünyanın en kötüsünde yaşadığımızı söyleyemeyiz... Tıpkı tersini söyleyemeyeceğimiz gibi… O zaman biraz daha zamanımız ve bu zamanı iyi değerlendirmek için fırsatımız da var demektir.
Dünyayı cennete çevirmek isteyenlerin onu cehenneme çevirdiği doğrudur. Çünkü bu had bilmez bir istektir ve faşizm buralardan neşet eder. Ancak, olanı biraz daha iyi yapmaya gayret etmek, gösterişsiz, uzun soluklu ve zor bir iştir.
Dünya adına karnemizdeki iyi notlar, genellikle bu gösterişsiz sebatla elde edilmiş olanlardır.