Günlük hayatta pek çok kez ‘evet’ ya da ‘hayır’ diyoruz. Her evet-hayır, bir kararın ürünü. İnsanın karar verme süreci, beynin, öğrenilmiş bilgileri ve karara dair risk ve kazanımları değerlendirmesiyle şekilleniyor. Kararsızlık geriliminde olanlar için ise, en iyi çözüm, konunun çeperinde dolaşan her şeyi unutup, karara konu olan esas şeyi masaya yatırmak… Yani, meseleyi sadeleştirerek düşünmek.
Türkiye bir kararın eşiğinde. 16 Nisan’da sistem değişikliğine evet ya da hayır diyeceğiz. Evet diyenlerin esaslı gerekçeleri var. Hayır diyenlerin de kendilerince tezleri var. O halde kararsızlar için, meseleyi biraz sadeleştirmeyi deneyelim, evet’in ve hayır’ın gerekçelerine bakalım.
Evet cephesinin sistem değişikliği
argümanları şunlar;
- 93 yılda 65 hükümetin kurulmuş olması, yapısal bir sorunun en net göstergesi. Normal şartlarda neredeyse 300 yılda ulaşılacak hükümet sayısına 93 yılda neden gelmişiz?
- 1950’den bu yana çok sayıda darbe ve darbe girişiminin gerçekleştiği bu yapı, vesayet ve kriz üretiyor.
- Yakın tarihin ekonomik krizlerle özdeşleşen koalisyonlarına dair kötü bir hafıza var.
- Türkiye bürokrasisi, ağır ve hantal işliyor.
- Bu sistem değişikliği önerisi yeni değil, önceki liderler tarafından da hep dile getirilmiş.
- Ve nihayetinde, Türkiye’nin tarihi, jeopolitik ve beşeri potansiyeli, hızlı, aktif ve engelsiz bir sistemle büyük kazanımlara dönüşebilir umudu…
Hayır cephesinin argümanlarına gelince;
- Önerilen sistem tek adam rejimi üretir.
- ‘Erdoğan karşıtlığı’ olarak özetlenebilecek kişi odaklı tezler…
Kararsızlık geriliminden çıkmak için akılcı işaretler arayanlar için tablo aslında çok net. Bir yanda rasyonel gerekçeler, diğer yanda vehimler ve kişiye indirgenmiş yaklaşımlar…
Hayır cephesinin, evetçilerin mevcut sistem eleştirilerine ne tür cevaplar ürettiğini göremedik. Mesela 93 yılda 65 hükümeti makul mü görüyorlar? Ya da ‘bürokrasimiz tıkır tıkır işliyor’ mu diyorlar?
Ya mevcut sistemin defolarını görmüyor ya da sorunlara çözüm üretme, alternatif sunma inisiyatifinden yoksun bir atalet içindeler. Realitenin uzağında, sorumsuz ve kindar bir siyaset anlayışı kimi ikna edebilir, göreceğiz.
Peki hayır cephesinin –gerçekten- kısır argümanlarına, evet cenahı ne diyor?
Evet cenahı, önerilen sistemin asıl sahibinin millet olacağını, milletin her türlü kararına da saygı gösterileceğini peşinen kabul ediyor ve kendini millete mahcup olmayacak bir siyaset noktasında konumlandırıyor. Erdoğan karşıtlığı tezlerine ise, Türkiye’nin son 15 yıldaki ilerleme karnesini gösteriyor. Aslında evet cenahı, kendi tezini üretmede ve karşıt tezi çürütmede çok daha proaktif bir tutum sergiliyor.
En doğru kararların, rasyonel ve duygusal aklın birbirini teyit etmesiyle alındığını düşünenlerdenim. 16 Nisan referandumunun tek kelimelik cevabı için ise, Türkiye’nin, potansiyelini kullanmasının önünde bir engel olarak duran, sorunlu siyasi ve bürokratik yapının reforma tabi tutulması zaruretini ana harekat noktası olarak görüyorum. Öte yandan önerilen sistemin, toplum mühendisliği ya da ‘insan yönetme’ fikri üzerine değil, ‘süreç organizasyonu’ olarak kurgulanmış olması umudumu artırıyor.
Bu yönüyle, 16 Nisan bir başlangıç... Onyıllardır halının altına süpürülmüş, verdiği zararlara bir şekilde katlanılmış sistemik yapının elden geçmesi için bir icazet... Bu icazet alındığı takdirde yapılacak düzenlemeler, bir süreç gerektiriyor. Millet, bu süreci demokratik sistem içinde sivil inisiyatifler yoluyla yönetebilir, denetleyebilir.
Umudum ve tahminim, 16 Nisan’ın bir reform miladı olacağı yönünde. Zaten 15 Temmuz’da millet, kolları sıvayıp işin başına geçmişti. O gece, Türkiye siyasetinin dinamiğinin zaten değiştiği geceydi.