Doğu Akdeniz’deki dengeler pek de hoş olmayan yeni bir aşamaya doğru ilerliyor. Bu ilerlemenin görünürdeki aktörü Mısır… Mısır büyük oranda ve hızla silahlanıyor. Bir ülkenin silahlanma biçimi stratejik niyetini de ortaya koyar.
Mısır’ın silahlanmasının donanmasını büyütme, savaş uçağı sayısını arttırma ve kara gücünü zırhlı birlikler ağırlıklı olarak genişletme şeklinde olduğunu görüyoruz. Yani Mısır kendi ordusunu taarruz amaçlı olarak güçlendirmeye çalışıyor.
En son Mısır’ın Rusya’dan 500 adet T-90 ana muharebe tankı alacağı açıklandı. Ancak silahlanma şekli Mısır ordusunda birtakım hassasiyetler de oluşturmakta.
Çok fazla ülkeden çok farklı sistemler alınması, bu sistemlerin altyapı ve teknolojisine sahip olunmaması olası bir çatışmada Mısır’ı tek atımlık mermi haline dönüştürür. İkinci mermiyi atamaz. Ayrıca Mısır’ın silah alınan ülkelere çok yönlü olarak bağımlı hale gelme durumu da vardır.
Mısır’ın özellikle son dönemde neden bu kadar hızlı ve bu kadar büyük bir silahlanmaya ihtiyaç duyduğunu Mısır’a yönelik iç ve dış tehditlerle açıklayabilmek mümkün değil. Yani silahlanma seviyesi olası tehditleri fazlasıyla aşmış durumda.
O zaman Orta Doğu ve Akdeniz’de stratejik amaçları bulunan Fransa’nın, Rusya’nın, ABD’nin, İsrail’in ve İtalya’nın Mısır’ı bölgede tek atımlık mermi haline getirmek istemelerinin stratejik arka planına bakmak gerekir.
BOZULAN OYUN YENİ BİR DENGE OLUŞTURUYOR
Yıllardır Orta Doğu-Akdeniz-Afrika kuşağını içine alan dünyanın bu sorunlu bölgesinde terör dahil çeşitli yöntem ve araçlarla toplumların ayrıştırılması, kurumsal devlet yapılarının çökertilmesi suretiyle bölgenin doğal kaynakları sürekli sömürülmekte.
O yüzden kan ve gözyaşı bu bölgelerden hiç eksik olmamaktadır. Bakarsanız yıllardır PKK’yla Türkiye’nin amansız mücadelesi, içimize FETÖ hainlerinin yerleştirilmesi, IMF’ye muhtaç müstemleke bir devlet ve geri kalmış bir toplum durumuna düşürülmek istenmemizin sebepleri, hep bu sömürgeci mantığın içinde yatar.
Ve biz ülke olarak bu hain iç ve dış terör odaklarına enerjimizi harcarken, içerideki bu olaylarla başımızı yıllarca kaldıramazken birileri:
-Suriye ve Irak’ın kuzeyinde sentetik teröristan oluşturma.
-Tartışmalı ege adaları, Girit ve Güney Kıbrıs’ın kıta sahanlığı iddiası ile Akdeniz’i kendi egemenlik sahası haline getirme.
-Afrika’nın kuzeyini de Libya merkezli olarak dizayn etmek suretiyle Türkiye’yi kuşatma planlarını tıkır tıkır işlettiler.
Ancak artık başta terör olmak üzere iç sorunlarını büyük oranda halletmiş, demokratik ortamda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçerek daha hızlı kararlar alabilen ve uygulayabilen, sınırlarının ötesinde de kendisine rakip olanlarla ve hatta düşman unsurlarla mücadele edebilen bir Türkiye var.
Dolayısıyla dengeler değişti, bölgedeki küresel emperyal oyun bozuldu. Bakın şu an “kuşatma kuşağı” diyebileceğimiz Irak ve Suriye’nin kuzeyinde, Kıbrıs’ta, Orta Akdeniz’de ve Libya’da Türkiye var. Bizi kuşatmaya çalışanlar adeta kuşatılıyor farkındaysanız.
Bu sebeple bölgedeki meseleyi sadece Mısır veya Libya özelinde değil, buralarda çıkar sağlamak isteyen aktörlerin arka plandaki stratejik amaçları üzerinden okumak gerekir. Bu okumayı yaptığımız zaman da karşımıza Türkiye’nin küresel bir ittifakla olan mücadelesini görürüz.
Bu ittifakın koçbaşı ise Mısır olacak gibi görünüyor. Mısır’ın bu şekilde kontrolsüz silahlandırılması, bu silahın bir yerde patlatılmak istendiği anlamını da taşıyor olabilir.
Ayrıca bu mücadelede nerede olursa olsun meydana gelebilecek bir gelişmenin Irak-Suriye-Kıbrıs-Libya hattında bütün bölgeyi etkilemesi de muhtemel görünüyor.
Zira İsrail’in de içinde yer aldığı bu ittifakı oluşturan kompozisyon, birden fazla amacı gerçekleştirecek şekilde birtakım aktörleri harekete geçirmek isteyebilir.
Artık Türkiye’nin sadece bir aktörle veya birkaç terör aparatıyla değil ittifaklarla mücadele dönemine girdiğini daha önce ifade etmiştim.
Türkiye yeni mücadele stratejisini buna göre oluşturmalı, bölgede iyi ilişkiler kudurduğu ülke ve diğer aktörlerle ittifakını daha da güçlendirmelidir.
Özellikle Mısır-Yunanistan ikilisinin olası provokasyonlarına karşı dikkatli olunmalı ve bu tür provokasyonlarda diğer ülkelerin Türkiye’ye karşı nasıl tavır alabilecekleri iyi değerlendirilmelidir.
Bu nedenle sağladığı caydırıcılık etkisini de kullanarak bölgede kazan-kazan temelli yeni ekonomik ve siyasi iş birliği fırsatları da araştırılmalı, bu yöndeki diplomatik çabalar güçlendirilmelidir.
Dr. Eray Güçlüer
Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi