Aslında her şey sayın Ali Tanrıyar’ın, “Galatasaray’ı sevmeyen ölsün” dediğinde başlamıştı. Lehte ve aleyhte çok bağırdı tribünler o dönem. Ama biri çıkıp da “Sen ne diyorsun arkadaş” demedi Ali Bey’e. Diyemedi. Aslında her şey sayın Cem Uzan’ın, “Ne 3 büyüğü, 2 büyük var. O da Galatasaray ve Fenerbahçe” dediğinde şekilleniyordu. Oturduğu kırmızı koltukta bilinç altı fışkırması yaşanıyordu. Ve bu akıllara zarar bir durumdu halbuki. Ama niyeyse kimse, Beşiktaş tribünlerinin açtığı pankart haricinde çıkıp da, “Sen ne diyorsun arkadaş” demedi Cem Bey’e. Diyemedi. Aslında her şey sayın Adnan Polat’ın, “9’a çeyrek kala görüşürüz” müneccimliğine soyunduğu dönemlerde ivme kazanıyordu. Basının Fenerbahçe tarafı çok yazdı, çizdi o zamanlar. Ama biri çıkıp da, “Sen ne diyorsun arkadaş” demedi Adnan Bey’e. Diyemedi. Aslında her şey sayın Mustafa Cengiz’in, “Derin Galatasaray devreye girmeli” dediğinde başlamış olabilir. Hayretlerimiz şaştı. Kalakaldık. Ama biri çıkıp da, “Sen ne diyorsun sayın başkan” demedi Mustafa Bey’e. Diyemedi. Aslında her şey VAR denen sistemin, Ülkemiz futbolunda kabul görmesiyle başladı. 8 hafta oldu, başımıza bela olalı. Her defasında ne cevizler, ne fındıklar kırıldı. Ne ofsaytlar icat edildi de, Tek kişi çıkıp da, “Bu ne rezalet, siz ne yapıyorsunuz arkadaş” demedi VAR Bey’e! Diyemedi. Buyurun işte. Sosyal medya son 1 haftadır yıkılıyor. Merkez Hakem Komitesi’nin başındaki şahıstan memnun değiller. Her üç kelimeden biri, “Namoğlu istifa!” Kim duyuyor, kim duymuyor bilemedim. Lakin yine gelin görün ki biri çıkıp da, “Siz ne yapıyorsunuz acaba sayın Namoğlu?” demedi. Diyemedi. Fahri Abi vardı. Kulüpte eski olanlar bilir. Fahrettin Namoğlu. Yusuf Namoğlu’nun ağabeyi. Bayağı bir yaşlandığında Akaretler’deki kulüp binasının önünde otururdu hep. Her gittiğimizde sarılır, hal hatır sorardık birbirimize. Vakti zamanında da Şeref Stadı’ndan, İnönü’ye futbolcuların malzemelerini taşırdı arabasıyla. Hey gidi Fahri ağabey. Her seferinde de, “Beşiktaş’ın ekmeğini yedim, HAKKI’nı yemem” derdi. Aklıma geldi de söyleyeyim dedim. Hadi sağlıcakla.
Çanakkale’deki Beşiktaş sevdası
“Çanakkale’ye Osmangazi Köprüsü’nü kullanarak gidelim” dediğimde. Bursa çıkışından sonraki güzergahın hız sınırının 90 km olduğunu hesaplamamıştık. Yol temiz, yol gıcır, yol kallavi ama. Tek istikametin olduğu bir güzergahta, 90 kilometre hız sınırı, Kısalmış yolu yeniden uzatıyor. Hoş! Ali Eren’in sahadaki anıları, Benim tribün maceralarıyla birleşince, Bir baktık ki Çanakkale’ye gelmişiz ama Yine de ‘Yetkililerin bilgisine’ derim ben. Neyse. Sevgili Ali Eren ve tribündeki birkaç dostumuzla beraber, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nin, (ÇOM) davetlisi olarak şehitler şehrine gittik geçen hafta. Sade, temiz, pırıl pırıl bir organizasyon. Geceyi düzenleyen eski ÇOM’ü mezunları, Uğur Aydın, Gürkan Alyanak ve arkadaşları. Çanakkale UNIBJK’ye ithafen kendilerine teşekkür ederim. Resimler çekildi, imzalar atıldı. Hem formalara hem kalplere. Bir ara bir anne adayı hanımefendi, elinde bir kağıtla yanıma geldi. Kağıtta, “15 gün sonra yavru Kartal geliyor, imzalı bir top rica ediyorum” yazıyordu. Anlaşılan doğmadan topçu yapacaktı çocuğu. Katladık, cebimize koyduk kağıdı. Top nedir ki sevgili kardeşim, Allah analı babalı büyütsün yeğenimizi. Tabii Çanakkale’ye gitmişiz, iki kelam etmeden olmazdı. Anadolu’daki en büyük sorunun, Şehirlerdeki Beşiktaş dernekleriyle Derneğe bağlı olmayan taraftar oluşumlarının Hatta üniversiteli Beşiktaş gruplarının, Bir türlü anlaşamaması. Gariptir hemen hemen bütün şehirlerde böyle. Onlardan dem vurdum biraz. Hatırı sayılır bir kalabalık vardı. Tertemiz Beşiktaş duyguları yaşadık. Beşiktaş’ı kim nerede yaşatıyor, Ve bu minvalde çaba sarf ediyorsa, Başımızın üstünde taşırız. Çanakkale’deki bütün Beşiktaşlı yürekleri hasretle ve minnetle kucaklıyorum. Hazırladığınız kısa fi lmin sonunda ne diyordunuz, “Birlikten güç doğar, Beşiktaş kazanır.” Sevgiyle, sıhhatle.