Yeni bir eğitim döneminin başlamasıyla beraber, öğrencisiyle öğretmeniyle birlikte yaklaşık yirmi milyonluk bir kitlenin çalışmaya başladığı bir sektörün açılışı söz konusu edilmektedir. Her eğitim dönemi yeni sorunlar yeni tartışmalarla başlıyor. Bu seneki tartışmaların yeni hazırlanan müfredatta yoğunlaştığı görülmektedir.
Eğitimin sadece devletin değil bugün bu sürecin içinde yer alan çocukların, gençlerin onların ailelerinin meselesi olduğu açıktır fakat bu konu aynı zamanda Türkiye’nin yarın sorunudur. Avrupa’daki birçok ülkeden kalabalık olan bir kesimi doğrudan ilgilendiren bu meseleye kısa dönemli politik tartışmaların içinden bakmak, buradan bir polemik çıkartmaya çalışmak elbette esas sorunların tartışılmasının üstünün örtülmesi, anlaşılmasının önüne geçilmesi dolayısıyla da çözümüne dönük yaklaşımların, yeni önerilerin de önünü kapatmak olacaktır.
İnsan yetiştirmek
“Cumhuriyet eğitim alanında başlangıçtan itibaren birçok bakımdan yetersizlikler ve imkânsızlıklar içinde önemli başarılar elde etmiştir. Köylü yoksul Türkiye’den, yarım yüzyıl sonra her meslekten, her alanda iyi yetişmiş insanlara sahip olan bir Türkiye’ye gelmek, farklı alanlarda iki Nobel ödülü sahibi yetiştirmek kimsenin küçümseyeceği iş değildir fakat artık bugünkü Türkiye hem imkânları hem nüfusu hem dünyadaki yeri bakımından eğitimde aynı şartlarda aynı yaklaşımlarla kalarak aynı yöntemlerle devam edemez.” Eğitim imkânları, eğitim teknolojileri ve ülkeler arasında yaşanan açık etkileşim ağlarının bu düzeyde gelişmesi, eğitimde yeni bir stratejiyi, yeni yaklaşımları, yeni siyasetleri zorunlu kılmaktadır. Yeni bir dünyayla karşı karşıyayız buna cevap verecek yeni bir eğitim anlayışına ihtiyaç vardır.
Eğitim sorunu bir insan yetiştirme düzeni sorunudur. O halde temel ögesi insan olan bu konuda temel mesele, eğitimin felsefesi/ eğitimin dayandığı anlayışla ilgili olacaktır. Eğitimin amacını ‘fikri hür vicdanı hür insan yetiştirmek’ diye anlarsak aslında, eğitimi özgür düşünen, vicdanını dinleyen sorumluluk sahibi insan yetiştirme faaliyeti olarak tanımlayabiliriz.
Burada iki husus ön plana çıkmaktadır: Birincisi özgür düşünceli insan yetiştirmek, bir ideolojinin kalıpları içinde kalmayan, bağnaz olmayan fikri açık insanlar, bilgi elde etmekle kalmaz o bilgiyi kritik ederek değerlendirme imkânına kavuşurlar.
Kritik akıl
Kritik akıl her bilgiye açıktır fakat her bilginin geçerlilik sınırlarının sürekli sınanması gerektiğinin bilinciyle hareket eden akıldır. Bunu ‘gerçek bir defa elde edilen sürekli ayni kalan bir şey değildir, her durumda üzerinde düşünülmesi gereken bir veridir’ diye ifade etmek mümkündür.
“Eleştirel akla sahip olmayı sağlayamayan eğitim sistemleri, toplumu durgunluğa mahkûm edip gelişmenin önünü tıkamaktan öteye geçemezler. Bu bakımdan eğitim meselesinde çocuklara/gençlere standart bilgilerin verilmesi kadar onların nasıl verilmesi de önemlidir hatta bu daha önemlidir. Burada meselenin yöntem boyutu ön plana çıkmaktadır. Pedagojik olarak çocuğun soyutlama kapasitesini geliştiremeyen eğitim sistemlerinin başarısız kalacaklarını söylemek bir kehanet değildir; bu bakımdan müfredattan önce, eğitim felsefesi ve yönteminin kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi gerekir.”
İkinci husus eğitimin beşeri işlevleridir; her eğitim sistemi öğrencilerin özgüven duygusunu geliştirmek, ona kimlik duygusunu verecek kendine ve topluma karşı sorumluluk duymasını sağlayacak bir yaklaşıma sahip olmak zorundadır. Özgüveni gelişmemiş kültürel yabancılaşmaya açık kişilik yapılarının bırakınız başarıyı, toplumsal şizofreni başta olmak üzere birçok soruna açık hale gelmesi ise başka sorunlara kapı açacaktır. Yeni eğitim dönemi açılırken bu meseleleri tartışmak gerekmez mi?