‘Alacakaranlık’ (Twilight) serisiyle son yıllarda sinemada büyük rağbet gören vampir furyası ara verse de bitmek bilmiyor. Gençlik yıllarına denk gelenler hatırlayacaktır; daha sinema ve edebiyattaki vampir gerçek anlamıyla başlamamışken dönemin gençlik dizisi ‘Vampir Avcısı Buffy’ türün ilk habercisi olarak dünya çapında önemli bir seyirci kitlesine ulaşmıştı. Tabii burada bir Joss Whedon zekâsının ürünü olan Buffy’nin zamanına göre oldukça sürükleyici bir televizyon dizisi olduğunu da söylemek gerek. Benim gibi lise yıllarında Buffy ve maceralarını kaçırmayanlar için şimdilerin vampir filmleri eskisi kadar heyecanlandırmasa da bu türdeki yeni filmlere hep bir acabayla yaklaşarak yeniden ümitleniyorum.
Diğer vampir filmlerinden çok farklı bir konusu olmasa da içine çektiği dünya ile dikkatimizi çeken ‘Vampir Cehennemi’ (The Stake Land) filminin devamı olan ikinci film ‘Vampir Cehennemi: İstila’ (The Stakelander) 6 yıl aradan sonra bu gün yeniden vizyonda karşımıza çıkıyor. Dan Berk ve Robert Olsen’in yönetmenliğini yaptığı yapımda ilk filmdeki ana karakterler Mister ve Martin’in yeniden yolları kesişiyor. Mister rolüyle başrolde yer alan ve ilk filmde senaryoyu yönetmen Jim Mickle ile birlikte kaleme alan Nick Damici bu kez tek başına senarist koltuğunda yer alırken devam filmi olarak kendi içinde tutarlı bir hikâye izliyoruz.
Televizyon dizisi tadında
Post-apokaliptik bir dünyada hayatta kalabilme üzerine kurulu bir düzende geçen film, Yeni Cennet adındaki kurtarılmış bölgede yaşayan Martin’in ailesinin vampirler tarafından katledilmesinin ardından intikam arayışını konu alıyor. Tabii öncelikle bu arayışta kendisine yardımcı olacak yegâne kişi olan efsanevi vampir avcısı Mister’ı bulması gerektiğinden Kuzey Amerika’nın terk edilmiş bölgelerine doğru yola çıkıyor. İkinci filmde hikâye stabil ve risksiz bir olay örgüsünde ilerken, Martin’i evlerine davet eden yaşlı Karl-Jean çifti ile başlayan heyecanlı sahnenin dışında izleyicinin yüreğini hoplatacak ve tempoyu artıracak çok fazla sahne yok. Buna rağmen Conor Paolo (Martin) ve Nick Damici’nin (Mister) özenli oyunculuklarıyla birlikte Martin ve Mister karakterlerinin ilk filmden bu yana geçirdikleri değişimin hissettirilmesi hikâyeye ivme kazandırıyor. Olay örgüsündeki belli başlı kırımların tahmin edilebilir oluşu aslında çok fazla rahatsız etmezken yapım sadece sinema filminden ziyade devam bölümlerini izlediğimiz bir televizyon dizisi hissiyatı veriyor. Düşük bütçeli ve daha çok televizyon için üretilen B sınıfı filmlere bir nevi yakın bir örnek olan ‘Vampir Cehennemi: İstila’ bana çok hitap etmese de gerek terk edilmiş, ıssız toprakları izlediğimiz sahnelerin etkileyiciliği gerekse de filmin konusunu oluşturan canlı kanlı vampirlerin olağanca rahatsız ediciliğiyle bu türün sevenlerini memnun edecektir.