'AKP'ye din gibi bakan gazeteciler', 'Durumu idare edenler' gibi başlıkların altında medyanın ünlü isimlerini kategorize etmiş. 'AKP faşizmine meydan okuyan gazeteciler' adı altında benim adım da var.
Liste okumayı, listelerle anlatımı çok severim ama bu yazıyı okuyunca açıkçası rahatsız oldum.
Tabii ki faşizme meydan okuyanlardan biri olarak anılmak benim için onur verici.
Ama Önkibar'ın listesinden sanki körü körüne bir AKP düşmanlığı yapıyormuşum anlamı da çıkıyor ki bunu kabul etmem mümkün değil. Kendimi bir misyonun sözcüsü ya da bir hareketin devamı olarak görmüyorum bir kere... Hala 'Beni üye kabul eden hiçbir kulübe katılmam' düşüncesine körü körüne bağlıyım...
Ama her şeyin ötesinde kendimi sadece gazeteci olarak tanımlıyorum. Bugün muhalefet yapıyorsam, AKP'yi eleştiriyorsam da bunun tek bir nedeni var: Gazetecilik yapmakta ısrar ediyorum.
O yüzden bir bir liste yapılacaksa bunun 'gazetecilik yapanlar' ve 'gazetecilik yapmayanlar' şeklinde olması gerekiyor. Yandaşları, hükümete yaranarak bir yere gelenleri de 'gazetecilik yapmayanlar' şeklinde değerlendirmek daha doğru olacak. Zira yarın öbür gün iktidar değişince, onlar da toptan yok olacak.
Ama biz kalacağız.
Ve yeni bir iktidarda, yeni hükümete karşı da tavrımı aynen sürdürmek niyetindeyim. Onlara karşı da gazetecilik yapmak, onları eleştirmek, karşılarında durmak görevlerim arasında yer alacak.
Gazetecinin doğası gereği muhalif olması gerektiğine inanıyorum. Bu muhalefet de sadece AKP'ye yönelik olmamalı... Tabii sadece muhalefete muhalefet yapılması da komik bir durum.
Ne yazık ki mesleki kirlenme yüzünden Türkiye'de gazeteciliğin de kodlarını yeniden hatırlatmak zorunda kalıyoruz. Tam da 'gazetecilik yapmayanlar' listesinde yer alan insanlardan dolayı...
Fraklı daveti unuttu
Dünkü Milliyet'in haberine göre Chatham House ödülünü alan Abdullah Gül'ü takip eden gazeteciler verilecek resepsiyonda smokin giyme konusunda bölünmüş. Bazıları davetiyede yer alan 'black tie' ifadesini kendine göre yorumlamaya kalkmış: 'Smokin değil, koyu renk takım elbise' diyenler de varmış!
Oysa AKŞAM'ın yayın yönetmeni İsmail Küçükkaya yola çıkmadan önce herkese Çankaya'dan 'Yanınıza smokin alın' mesajı verildiğini aktarıyordu dünkü köşesinde.
Kaldı ki bir davetiyede 'black tie' yazıyorsa bu düpedüz smokin anlamına gelir.
Eğilip bükülmez. Yorumlamaya açık değildir. Cahil gazeteciler tarafından başka yöne çekilecek bir anlamı yoktur. 'Black tie' davetiyede çok katı bir protokol kuralına işaret eder: Nasıl ki smokini esnetemez, kendinize göre yorumlayamazsanız 'black tie'lı davete de kafanıza göre kıyafetle
gidemezsiniz.
Ne yazık ki 'smokin' kuralı Türkiye'deki davetlerde kolay kırılıyor; Batı'da bu kurallar daha net işliyor.
Ben en çok Hasan Cemal'e şaşırdım. Ne ilginç, o bile bu 'black tie' mevzuuna takılmış ve smokin kiralamakla takım elbise arasında gidip geliyormuş.
Sanırım Hasan Cemal savunduğu fikirler geriledikçe, kendi hayatında da gerilemeye başlamış. Yoksa 'black tie'ın ne olduğunu en iyi bilen gazetecilerin başında gelir.
Daha birkaç sene önce Stockholm'deki Nobel Töreni'nde fraklı ('white tie') gazetecilerin öncüsü ve simgesiydi. Üstelik kendi frak'ını kiralamamış, Türkiye'den getirmişti.
Okay Abi kime benzer
Madem konu Hasan Cemal'den açıldı, Okay Gönensin'den bahsetmemek olmaz...
Geçen gün Vatan'daki köşesinde CHP'deki kavgayı 'İlhan Selçuk-Hasan Cemal' çekişmesine benzetmiş, Cumhuriyet gazetesinde 'vazonun' kırıldığı yıllara.
Ne garip, Hasan Cemal ve Okay Gönensin bilinçaltlarından bir türlü şu Cumhuriyet travmasını atamıyorlar. Hala dünyaya o hesaplaşma çerçevesinde bakıyorlar.
Ama benim takıldığım nokta bu değil...
Eğer Önder Sav, İlhan Selçuk'a benziyorsa... Hasan Cemal de Kemal Kılıçdaroğlu'ysa...
Vazonun kırıldığı günlerde Hasan Cemal'in yanında yer alan Okay Gönensin kendisini kime benzetiyor acaba?
a) Gürsel Tekin
b) Deniz Baykal
c) Berhan Şimşek
Şikayet kutusu
Şişhane'de yeni açılan Bird'le ilgili öyle şeyler duyuyorum ki... Artık yazılması gerekiyor... Ne yazık ki bu şikayetleri 'lifestyle' yazarları kaleme almadığı için iş başa düştü.
- Geçenlerde bir akademisyen arkadaşımın içkisinden cam çıkmış, kendi aralarında 'Cam Tonik' diye espri yapmışlar... Ama olay espriyle geçiştirilmeyecek kadar vahim.
- 21:00'e rezervasyon yaptıran bir grup masaya alınmış, hemen sipariş vermişler, 21:50 gibi abartılı bir gecikmeyle gelen yemeklerini daha bitirmeden 'Hadi süreniz doldu' diye masadan kaldırılmışlar...
- Camın önündeki masaya rezervasyon yaptıran bir müşteri ayırdığı yerin başka ve daha 'sosyetik' isimler tarafından işgal edildiğini görmüş. Kendisini mekanın arkalarında ücra bir masaya almışlar. 'Ben o masayı ayırmıştım' diye itiraz edince de 'Geç geldiniz' demişler. Oysa tam saatinde, hatta biraz da evvel gelmiş!