Zorlanan bir geçiş döneminin içindeyiz. Bunun bir nedeni yeni olanı taşıyan kesimin kategorik olarak ‘liyakat zaafı’ çektiği varsayımının yaygınlığıdır. Modernlik genelde dindarların rasyonalitenin gerekleri karşısında aciz kaldıkları kabulünü üretti. Pozitivizmin zihinleri ele geçirdiği Türkiye’de bu kabul latent bir oryantalizmin de zemini oldu. Sonuçta ‘yeni’ olanın İslami kesim tarafından gerçekleştirilebilme ihtimali, hafsalaya sığmayacak bir anakronizm olarak algılandı. Ne var ki ‘eski’ sistemin direncine rağmen bu dönüşüm şu an yaşanıyor…
Soru söz konusu yeni sistemin hangi referans veri alınarak kurulacağıdır. Eski olandan ayrışmayı mı temel alacak, yoksa doğrudan dönüşmekte olanın ufkuna sahip çıkmayı mı? Geçmişle uğraşmak rahatlatıcı, çünkü karşınızdakiler tarih önünde kaybetmekle kalmayıp, bunu idrak etmekte de zorlanıyorlar. Oysa dönüşmekte olanı ‘yakalamak’ zor. Türkiye’nin muhafazakârları son birkaç on yılda kişiliği öne çıkaran ve çoğulluğu mümkün kılan bir değişim yaşamaktalar. Bugün küresel sisteme entegre, çevresiyle ilgili sorumluluk taşımaya hevesli, demokratik normlara sahip çıkan ve bununla birlikte kendine özgü dindarlıklara kapı açan bir İslami sosyoloji ile karşı karşıyayız. Bunun en kritik sonucu hak, özgürlükler, katılım, şeffaflık vs türünden beklentilerde çıtanın her nesilde daha da ve hızla yükselmesi.
Başkanlık tartışması açısından bu durum AKP için bir uyarı niteliğinde. ‘Ötekinin yanlışının ’ referans olamayacağını, ‘yarı doğru’ sistemlerle yürünemeyeceğini söylüyor. Ahlaki açıdan bakıldığında nasıl bir siyasi sistem kurulursa kurulsun liyakati öne çıkarmak ve bunun ilkesel olarak sahiplenildiğini göstermek zorunda. İster lider ister teşkilat üzerinden olsun, artık ‘profesyonel’ siyaset esnaflığına, oportünist kariyer avcılığına göz yumacak, bunu sindirecek bir toplum yok. Ayrıca siyasete seçimden seçime müdahale etmeye razı gelip, geri kalan zamanda kenara çekilerek seyircilik yapacak bir toplum da yok. Ve işin ilginci bu yöndeki en hızlı gelişme de yine AKP’nin tabanında yaşanmakta. Dolayısıyla adı ne olursa olsun yeni siyasi sistemin klasik parlamenter düzenlere benzemeyen ‘ara’ ve sivil denetim mekanizmaları üretmesi, bu tür taleplere hazır olması lazım.
Nitekim başkanlık tartışmasının köpüğünü sıyırıp attığımızda geriye esas olarak ‘nasıl yaşamak istiyoruz’ sorusundan fazlası kalmıyor. Siyasi sistem bunu gerçekleştirecek araçlardan sadece biri. Türkiye bugün demokrasiyi arıyor… Hangi sistem olursa olsun mesele o sistemin toplumla nasıl ilişki kuracağı, toplumsal enerjiyi nasıl kuşatarak siyasete taşıyacağı. Böyle bakıldığında parlamenter veya başkanlık sistemlerinin bizatihi bir üstünlüğünün olmadığı açık. Her ikisinin de iyisi veya kötüsünü üretmek mümkün ve önemli olan ‘iyinin’ peşinde olmak.
Kısacası siyasi sistem tartışması bir demokrasi tartışması değil. Bizatihi başkanlık sistemi bizi demokrasiye ne yaklaştıracak ne de ondan uzaklaştıracak. ‘Nasıl’ bir başkanlık sistemi kurduğumuza göre daha demokratik olacağız veya olmayacağız. Bu nedenle de başkanlığın her türüne kategorik olarak karşı çıkmak aslında toplumun karar yelpazesini daralttığı ölçüde antidemokratik bir tını taşıyor. Demokrasi siyasi sistemin yapısıyla değil, işleyişiyle ilgili… Bu işleyişin demokratik gereklerine dikkat eden ve bunları ilkesel olarak kollayan bir başkanlık sisteminin bugünkü yapıya nazaran çok daha ‘iyi’ ve değerli olacağını reddetmek abes. Öte yandan bu gereklere ve ilkelere riayet etmeyen herhangi bir sistemin saygın olmasını beklemek de abes…
Bu noktada sorumluluk tabii ki iktidarındır. Yeni sistemi bütün detaylarıyla düşünmek ve geliştirmek esas olarak bu teklifi yapacak olan AKP’nin omuzlarında. Bu partinin demokrasiden uzaklaşacağı kaygısını taşıyanlar bu endişenin geçerli olup olmadığını kısa zamanda görecekler, çünkü sistem tek tek her maddesinin kamuoyu önünde tartışıldığı yeni bir anayasayla gelecek. Diğer taraftan AKP’nin demokrasiyi daha da sağlamlaştırma yoluna girmesinin çok da yadırgatıcı olmaması gerektiğini hatırda tutmakta yarar var. Ne de olsa bu parti demokrasi sayesinde iktidar oldu ve yine demokrasi sayesinde iktidarda iken oyunu artırdı. Şimdi yine demokrasi sayesinde azami oy oranına çıkmak istemesi şaşırtıcı olmamalı…
Not: Yeni Asya gazetesi benimle aylar önce yapıp yayımlamadığı söyleşinin bir bölümünü sanki şimdi yapılmış gibi yayımladı. Üstelik benim ‘başdanışman’ titrimi kullanarak ve de üstelik onlara söyleşi tarihini belirtmelerini şart koşmuşken… Ahlaksızlıktan gocunmayan bir yayın organı daha…