Amerika ve Türkiye arasında bazı gerilimlerin yaşandığı, bazı çelişkilerin ortaya çıktığı üstelik bunun aktüel olarak Suriye’de yaşanan olaylarla, ABD’nin terör yapılanması olan PKK/PYD ile ilişkileriyle sınırlı olmadığını görmek gerekir. Burada soru şudur: ABD, Türkiye gibi Batı sistemi karşısında bütün taahhütlerini yerine getirmiş bir ülkeye karşı, onun düşmanı olan bir terör yapılanmasıyla işbirliği yapıyorsa, bu olay tesadüf olmayacağına göre, burada başka bir şey aramak gerekmez mi?
Türkiye uzun süren Soğuk Savaş ortamında gerek NATO çerçevesinde gerekse ABD ile ikili ilişkileri üzerinden kendi güvenliğini sağlamak için Batı sisteminin ileri karakolu olarak fonksiyon üretmiştir. Batı sistemi Türkiye ile ilişkilerini bu ‘güvenlik konsepti’ üzerinden hep bir bağımlılık ilişkisine dönüştürmek için bütün fırsatları kullanmıştır ve bunda da etkili olmuştur. Burada fazla üzerinde durmadan sadece hatırlatmakla yetinelim ki “Türkiye’deki bağımlılık ilişkilerinin sürdürülmesinde, NATO bünyesindeki kurumsal yapı üzerinden ve iki ülke arasındaki savunma işbirliği çerçevesinde geliştirilen mekanizmalar vasıtasıyla devlet içinde, bürokrasinin siyasi kademelerinde, özellikle de askerler arasında, bu sistemin çıkarlarıyla paralel hareket eden unsurların önemli bir rolü olmuştur.”
Amerikan rüyasının sonu
Bir anlamda Türkiye’nin Batı’yla bağımlılığını derinleştiren eylemler iki ülke ilişkilerini sürdürmek üzere oluşturulan mekanizmalar içinde yer alan devşirilmiş unsurlar üzerinden sürdürülmüştür. Bu bakımdan “Türkiye’nin asıl sorunu Batı sistemiyle bağımlılık ilişkilerini üreten ve bunu sürekli tahkim eden devlet içinde örgütlenmiş bir siyasi kadroyu kontrol altına almakta güçlük yaşamasıdır.” Bu sebepledir ki Türkiye’nin bağımsız dış politika yönelimi her şeyden önce dışarıda değil bizatihi devlet içinde engellemelerle karşılaşmıştır.
Bu engeller aşılmaya çalışılırken ülkenin karşılaştığı sorunlar; darbe ve müdahale girişimleri başta olmak üzere 15 Temmuz ihaneti, iç savaş çıkarmaya çalışan, sokağı kışkırtarak çağrı yapan terör örgütlenmelerine kadar her alanda kan döken PKK/PYD gibi örgütlerin devreye girmesi şeklinde özetlenebilir.
Batı hegemonyasının lideri hiç şüphesiz Amerika’dır. Sovyetler Birliği çöktüğünde bazı düşünürler çok erken davranıp ABD’nin zaferini ilan ederken aynı zamanda yeni bir Amerikan çağının başladığını söylemekte tereddüt etmemişlerdi. Öyle ya Soğuk Savaş bittiğine en büyük rakip olan Sovyetler tarihe karışmış olduğuna göre ABD’nin önünde kim durabilirdi?
Başka bir dünyaya doğru
Eğer tarih düz bir biçimde doğrusal ilerleyen bir olaylar yumağı olsaydı ‘Yeni Amerikan Çağı’nın başladığını ilan eden Fukuyama gibi adamların dediği olabilirdi. Oysa tarih sadece değişmiyor; değişimin ritmini artırıp eksiltebildiği gibi, yeni dalgalar yaratarak devirsel bir harekete hapsolmayarak, kendini tekrar etmeden değişimin şartlarını yenileyerek, yeni ilişkiler, yeni olaylar, yeni eğilimler yaratarak ilerliyor. Dün ‘tarihin sonu’ geldi diyenlerin haklı olduğunu düşünenler, liberalizmin sosyalizm karşısında nihai zaferini alkışlayanlar, bugün liberalizmin şampiyonu Batı hegemonyasının çöküşünden bahsedip bunu açıklayıp, izah edenlere hak verecek hale geldiler.
ABD ve Türkiye arasındaki ilişkilerde yaşanan esas sorun, eski ilişki biçiminin sürdürülmek istenmesinden kaynaklanmaktadır. Batı sisteminin Türkiye’den beklentileri eski bağımlılık ilişkilerinin devam etmesi eksenindeki taleplerden oluşmaktadır. Burada birinci sorun; “Türkiye artık Soğuk Savaş’ın köşeye sıkıştırılmış ülkesi olmamakla birlikte, doksanlı yıllardaki gibi devlet içindeki unsurlar üzerinden istikrarsızlaştırılıp, kontrolde tutulabilecek bir ülke de değildir. İkinci sorun ise hegemonya kaybı yaşayan Batı sistemi, hâlâ eski yöntemleri kullanarak dış politikaya yön verme anlayışını sürdürmek istemektedir. Oysa değişimin yarattığı çelişkiler ancak yeni ilişki biçimleri geliştirilerek aşılabilir.”