Deprem olduğunda İslami kesimden kişilerin bunu Allah’ın iradesine bağlaması, laik kesim için Müslümanların ‘geriliğinin’ bir kanıtı oldu hep… Gerçi dindarlar arasında Allah’ın gerçekten de böyle bir sonucu istediğini söyleyenler pek çıkmadı. Ama yaşanan her şeyin sonuçta O’ndan bağımsız olamayacağı inancı karşısında, hangi dinin takipçisi olursa olsun, dindarların Allah’ı bir kenara koyarak açıklama yapması çok kolay değil. Hemen her dinde yaradılış sonrasında ‘yaşanana karışmayan’ bir tanrı anlayışı varsa bile, neyin yaşanacağını bilmeyen bir tanrının da yeterince güçlü bir tanrı olmayacağı açık. O zaman da bu her şeye muktedir olan gücün deprem gibi bir felaketi önceden bilmesine rağmen niçin engellemediği türünden sorularla hesaplaşmak zorundasınız. Her halükarda bir dindarın büyük toplumsal felaketleri, kendi insani aczinden hareketle, kendisini aşan bir büyük güce atfetme ihtiyacı anlaşılabilir. Bunun gerçekliğine ilişkin kesin bir bilgiye ulaşması mümkün olmasa bile, bu kabul dindarın iç dünyasını rahatlatabilir ve felaketle başa çıkmasında ona güç verebilir.
Dindarların tutumunu anlamak o kadar zor değil… İyi de bu tutumu ‘gerilik’ olarak gören laik kesim mensuplarının Türkiye’deki irili ufaklı her felaketten AKP’yi sorumlu tutması daha farklı mı? Hükümet olmanın getirdiği sorumluluk alanlarının olduğu ve AKP’nin de burada çoğu zaman fazla hızlı ve yalap şalap iş yaptığı doğru. Ama bu ‘bizlerin’ yani kamusal alanı kullananların ve genelde vatandaşların kendi sorumluluğunu AKP’ye yıkmasını meşru kılar mı? Maden çökmesi sonucu yüzlerce kayıp verilmesi, baraj kapağının açık kalmasıyla piknik yapanların suda sürüklenip boğulması, bir binada asansörün düşmesiyle on kişinin ölmesi sonuçta AKP’nin ve ‘Yeni Türkiye’nin yıkımı, çöküşü, bitişi olarak sunulabiliyor. Eğer gerçekten de bütün bunların sorumlusu AKP ise, bilinmesi gerek ki bundan böyle laik kesimin AKP’den kurtulma şansı hiç olmayacak ve bu düzen ilelebet devam edecektir. Felaketlerin azalması ancak AKP’nin iradesiyle olabilir ve biz fanilerin bunu etkileme gücü yoktur… Çünkü eğer felaketi önleme gücümüz olsaydı zaten o yönde davranır ve engellerdik. Sonuçlar gösteriyor ki elimizden hiçbir şey gelmiyor… Öte yandan bu felaketlerin muhakkak bir sorumlusunu görme isteği yönetimi hedef tahtasına oturtuyor.
Laik kesimde epeyce yaygın olan bu yaklaşımın dindarların kader anlayışından ve her şeyi son kertede Allah’ın iradesine bağlamalarından pek bir farkı yok. İkisi de kişiyi, yani kendimizi sorumsuz kılma işlevini görüyor. Dindarlarınki hiç olmazsa metafizik bir âleme gönderme yapan bir bakış. Doğru olduğu kanıtlanamaz ama yanlış olduğu da kanıtlanamaz… Laik kesimdeki popüler bakış ise açıkça bir acizlik ve çiğlik göstergesi. Çünkü bütün bu olaylarda mesele kendi farkındalığımız, düşünme yeteneğimiz ve ahlak anlayışımızla ilgili. Eğer duyarsızlık nedeniyle veya çıkar sağlama amacıyla bir olumsuzluğa neden olmuşsak, bunun yükünü hükümete yıkarak sıyrılmak söz konusu çiğliğe yapışmaktan başka bir anlam taşımıyor. Böyle bir tutumu sergileyenlerin kendilerine nesnel bakabilme, kendileriyle yüzleşme ve durumu düzeltme imkânları da olmuyor. Meseleyi genişletirsek, her olumsuzluğun AKP yüzünden olduğunu söyleyen bir muhalefetin gerçekçi bir iktidar alternatifi olması sadece bir hayaldir. Nasıl ki her olumsuzluğun Allah’ın iradesi olduğunu söyleyen bir dindarın da kendisini sınaması, içe dönük bir cihat yaşaması imkânsızsa…
Bunları söyledikten sonra tabii ki dönüp AKP’ye ve hükümete de bakmak gerek. Çünkü yaşanan felaketlerin hemen hepsinde eksik veya yanlış yapılmış, savsaklanmış bir arka plan var. Meselenin yasal boyutundan eğitime, mevzuattan kontrol ve denetime kadar… Devlet mekanizmasının, yönetim zihniyetinin ve bürokrasideki yozlaşmanın yükünü son on iki yılın iktidarına yüklemek adil olmaz. Hatta AKP yönetimi altında yapısallaşmış yolsuzluğun azaldığı da ileri sürülebilir. Ancak bireysel kaçağa olanak sağlayan imkânların arttığını ve keyfiliğin bedelinin azaldığını da görmek durumundayız.
Kendisini bir mücadelenin içinde tanımlayan ve siyasi ‘hareket’ olma niteliğinin getirdiği toplumsal avantajları devşirerek büyüyen AKP’nin önümüzdeki döneme bakarken ‘inşa edici’ olmanın sorumluluğuna sahip çıkması gerek. İnşa sadece hukukla, tarihle, kimlikle olmayacak… Gündelik hayatın, sıradanlığın içindeki çiğliğin temizlenmesini, farkındalığın bir kültürel kod haline getirilmesini, vatandaş sorumluluğunun birlikte taşınmasını gerektirecek. Zemin bataklıksa hızlı koşulması da mümkün olmaz…