Modern Türkiye’yi anlamak, onun sorunlarını doğru analiz etmek için sadece aktüelle sınırlı bir bakış açısı eksik kalacaktır. Günümüzde hangi konuyu ele alırsak alalım; ister Akdeniz, ister Suriye, ister Musul, ister Kürt konusu olsun hepsinin arkasında tarihsel bir mesele yatmaktadır ve bu anlaşılmadan bir çözüme yaklaşmak metodolojik bakımdan da mümkün değildir.
Osmanlı Hanedanı’nın kurduğu devlet, tarihteki Türk İmparatorlukları içinde en önemlilerinden sonuncusudur ki çağdaş dünyanın şekillenmesinin de, modern Türkiye’nin temellerinin de büyük ölçüde belirleyicisidir. Milli Mücadele’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin başta Gazi Paşa olmak üzere kurucu bütün kahramanları bu imparatorluğun asker ve sivil kadrolarıdır. Bu imparatorluğun oluşum süreçleri bunu yöneten siyasal gelenek kavranmadan, aktüel olanın anlaşılması kolay olmayacaktır.
DÜNDEN KALAN
İmparatorluk kurmak hele Osmanlı gibi bir imparatorluk kurmak kolay bir iş değildir; sadece biz Türkler açısından değil bütün Avrupa, Afrika ve Ortadoğu’nun geçmişinde olduğu kadar bugünün şekillenmesinde de Osmanlı devletinin tesiri oldukça büyüktür. Osmanlıların, Doğu-Batı mücadelesinin merkezinde yer almakla kalmayıp, Batı sömürgeciliğinin yüz yıllar boyu önünü keserek Doğu medeniyetlerinin, Çin’den Hint’e kadar tahrip olmasını engelleyen bir işleve sahip olduğunu da unutmamak lazımdır.
Bu güçlü siyasal yapının inşasında Fatih Sultan Mehmet Han’ın esas rolü üstlendiğini, bütün ciddi tarihçiler vurgulamıştır. Fatih’in torunu Yavuz Sultan Selim ise dedesinden sonra yeni bir stratejiyi uygulamaya sokmuştur. Bugünlerde ölümünün 499. yıldönümünde kendilerini rahmetle minnetle andığımız Sultan Selim Han’ın stratejisi, İmparatorluğu Ortadoğu’yu ve Afrika’yı da içine alacak şekilde genişletmekle kalmayıp İslam Peygamberi’nden sonra klan ve mezhep ayrılıklarının içine kapanan, kabileciliğin hortladığı başta Araplar olmak üzere, bütün bölge halklarını siyasal ve ekonomik entegrasyona götürmesidir.
TARİH YAPMAK
Onun İdris-i Bitlisi ile yaptığı ittifak İmparatorluk birliğinin kabile veya klan gibi soy toplulukları yerine daha üst bir ilkede birleşmesini ifade etmektedir, Yavuz Selim Han bunu sadece bir dini bütünleşme olarak örgütlemekle bırakmayıp daha ileri boyutlara, üretim, ticaret, hukuk, siyasal yönetim ilkeleri olarak da düzenleyerek, İmparatorluğun üç kıtaya yayılmasını üç kıtayı kontrol altına almasını sağlamıştır. İmparatorluk için Akdeniz ne kadar önemlidir!
Rahmetli Türkiye tarihçisi Yılmaz Öztuna’nın kendisinden bahsederken Türk tarihi hakkında en eski kaynakları birinci elden en fazla okuyan insan diye andığı Nihal Atsız Bey, Yavuz Selim Han için “Türkiye tarihinin Alp Arslan ile birlikte en büyük şahsiyetidir” dedikten sonra onun bir başka yönüne de vurgu yaparak Kemalpaşaoğlu’ndan “ölümüne hem kalem hem de kılıç ağlamıştır” sözünü nakleder. 499 yıl sonra bugün, karşılaştırmalı tarihsel stratejik düşünceye ne kadar ihtiyacımız var!