Geçtiğimiz günlerde Ekonomi Bakanı Albayrak’ın açıkladığı ‘Yapısal Reform Programı’ içerde olduğu kadar dışarda da oldukça konuşuldu. Meseleye Türkiye ekonomisinin sorunları ve potansiyeli açısından bakarak yaklaşanların değerlendirmeleri oldukça önemlidir. Yaklaşık sekiz yüz milyar dolarlık milli gelire bundan kat be kat daha büyük bir milli servete sahip olan ekonominin derinliğini ve gücünün farkında olanların bakışları elbette farklı olacaktır.
Gerek açıklanan reform paketine yönelik, gerekse Türkiye ekonomisine dair ön yargılı, peşin karalama ya da negatif bir yaklaşıma sahip olanların yaptıkları açıklamaları ve eleştirileri de unutmamak lazımdır. Bunların çoğunluğunun 2008’den itibaren önce ‘Türk ekonomisi çöktü çökecek’ sonra da ‘Niye hala çökmedi?’ diye hayıflanan ‘kriz bekleyenler cemaatinin’ mensupları olduğunu düşünürsek, bunları ciddiye almak gerekmeyecektir bu bağlamda Ekonomi Bakanı Albayrak’a yönelik saldırılarının hedefinde Türkiye olduğunu söylemeye bile gerek yoktur.
SORUN NEDİR?
Ekonomide asıl mesele nedir ve yapısal reformlar ne için gereklidir? Türk ekonomisinin son yıllarda başardığı birçok şeyden bahsetmek mümkündür ama en büyük başarısının içe kapanmadan, dünya ekonomisine açılarak rekabet içinde büyümesini istikrarlı bir biçimde sürdürmesi olduğunu tespit etmek gerekir.
Bu büyümenin ‘borçlanarak gerçekleştirildiği’ türünden yüzeysel iddiaların geçersizliğini ortaya koyan veri Türk ekonomisinin kamu dış borçlarının milli gelire oranı en düşük Avrupa ya da OECD ülkesi olmasıdır. Özel sektörün dış borçlarından bahsedip, varlıklarının görmezlikten gelinmesi, aktiflerinin hesaba katılmaması gibi hususları bir tarafa koysak bile toplam dış borçların yönetilebilir düzeyde olduğunu görmek yeterlidir.
Esas meselenin dış borç miktarı değil, ‘dış borcun milli gelire oranını azaltarak’ büyümek ve büyümenin sürekliliği olduğunu unutmamak gerekir. Bunun gerçekleşmesi için makro dengelerin kurulması, bütçe denkliği kadar para politikalarının tutarlı bir biçimde sürdürülmesi, enflasyon ve faiz oranlarının disipline edilmesi gerekir.
DEĞİŞİM FIRSATI
Burada stratejik tercihin sanayileşme ve ihracata dayalı bir büyüme anlayışına odaklanmaktan geçtiğinin özellikle altının çizilmesi gerekir. Türkiye’nin faizleri düşürmesi, maliyetler üzerindeki faiz baskısının etkisiz kılınması, sıcak para/yüksek faiz bağımlılığını kırmasının ilk etkisinin ithalata yönelen bir anlamda dış borç talebini besleyen eğilimi tersine çeviren bir etki yaratacağını dikkate almak lazımdır ki ‘cari açığın’ hızla düşmeye başlaması ve ihracatta rekor düzeydeki artışların sürdürülmesi burada önem kazanmaktadır.
Kısaca, Türkiye şartlar ne olursa olsun ‘dış borç/milli gelir oranına’ dikkat ederek, ithalata dayalı büyüme eğilimlerine taviz vermeyerek, ihracatta dayalı bir büyümenin kısa vadede bazı sorunları göğüsleyerek büyümeyi sağlıklı bir zemine dayandıran, üretim gücünü artıran yani reel sektörü dinamik hale getiren istihdam yaratan bir yapıya evrilmesini sağlamak durumundadır. Yapısal reformlar o zaman amacına ulaşmış olacaktır.