İlk o mu söyledi bilemem; eski başbakanlardan Necmettin Erbakan'a atfedilen bir söz: Bir çiçekle bahar olmaz, ancak bütün baharlar bir çiçekle başlar.
Sokaktaki vatandaş olarak, ne uzak tarihimizin ne de yakın tarihimizin ayrıntılarına vakıfız; meraksız bir toplum muyuz yoksa on yıllardır zihinlerimiz işgal altında tutulmak istendiği için mi bu böyledir?
Öğrenmek, fikir edinip üzerine düşünmek maksadıyla tarih okuyanımız zannımca azdır.
Neyse ki son yıllarda, okumayan, daha çok görselin kolaycılığına kaçan kitleler açısından televizyonlarda gösterilen tarihi diziler imdada yetişiyor da az buçuk bir 'merak gıdıklanması' yaşıyoruz.
Elbette diziler birer belgesel değil kurmacadır ve bu mecralardan tarih öğrenmek sağlıklı bir yöntem olmasa gerek.
Yine de konusunu tarihi olaylardan ve gerçek kişilerden alan diziler, cılız da olsa, geçmişe dair birer deniz feneri vazifesi görebilir.
Bu bağlamda yakın tarihimizi ilgilendiren konularda üst üste sinema filmleri de beyazperdeye yansımaya başladı.
Şimdilik üç-beş film ama, malum, 'bütün baharlar bir çiçekle başlar.'
Önce 27 Mayıs 1960 darbesini konu alan 'Elli Kelimelik Mektuplar', ardından 'Arapça ezan yasağı' yıllarına bizi götüren 'Suveyda' seyirci karşısına çıktı.
Yarından itibaren gösterime girecek olan 'Akif' adlı film ise Milli Mücadele yıllarının en etkin isimlerinden biri olan, Milli Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy'un hayatından bir kesite odaklanıyor.
'Akif' deyince mevzu derinleşir; Safahat gibi bir başyapıtın yazarı şair Akif mi, Milli Mücadele'nin neferi Akif mi, Sultan Abdülhamid ile ayrı düşmüş siyasetçi Akif mi, önce milli kahraman, ardından irticacı ilan edilip Mısır'a gönüllü sürgüne gitmek zorunda kalan Akif mi?
Dahası da var; o bir doktor, veteriner, hekim, öğretmen, bir kaç dil bilen aydın ve güreşçi...
Söyleyelim; filmde Mustafa Kemal'in çağrısıyla İngiliz işgali altındaki Payitaht İstanbul'undan Milli Mücadele'nin merkezi konumundaki Ankara'ya gitmek için yola koyulan ve türlü badireler atlattıktan sonra, Anadolu'da, meydanlarda, cami kürsülerinde isyancılar tarafından kışkırtılmış halkı direnişe destek vermeye davet eden, Sebilürreşad dergisindeki yazılarıyla bütün millete umut aşılayan ve bu arada Mustafa Kemal'in de dileğiyle İstiklal Marşı'nı yazan Akif var beyazperdede.
Sadullah Şentürk'ün yönetmen koltuğunda oturduğu film ekibi, bütüncül bir Akif portresi yapmak yerine; Akif'in Ankara hükümetine olan desteğinin kıymetine ve altı kuvvetle çizildiği üzere, Mustafa Kemal'in Anadolu için yegane umut ışığı oluşuna dair bir film yapmak istemiş ve öyle de olmuş.
Senaryo Pınar Bahar Aksakallı, Başak Angigün ve Alphan Dikmen tarafından kaleme alınmış.
Özellikle (ve zannımca) genç kitleyi hedefleyen, tartışma yaratacak herhangi bir bölgeye sapmadan, öncesi ve sonrası olmadan, paranteze alınmış bir Akif hikayesi bu...
Özet verecek olursak...
'İstanbul işgal altındadır ve insanlar yıllardır savaşın devam etmesiyle direnme ve savaşma gücünü kaybetmektedir. Ankara merkezli bir direniş başlatan Mustafa Kemal kurtuluş için halkı bir araya getirme çabasındadır.
Bu sırada işgal devletleri, Anadolu halkını Ankara yönetimine karşı kışkırtmak için İslam üzerinden propaganda yapar. Savaşta işlerini şansa bırakmak istemeyen işgal devletleri, Mustafa Kemal'i öldürme kararı alır ve bunun için Hintli Mustafa Sagir görevlendirilir.
Mustafa Kemal, işgal devletlerinin propagandasını engellemek ve halkın kurtuluş mücadelesine katılımını artırmak için etkin ve muteber bir isim olan Mehmet Akif'i Ankara'ya çağırır. 13 yaşındaki oğluyla birlikte yola çıkan Mehmet Akif, Ankara'ya doğru ilerlerken başına birçok olay gelir; suikastlerden, isyancıların namlularının ucundan kurtulur. Yaşadıklarından, şahit olduklarında derinden etkilenen Mehmet Akif bu süreçte İstiklal Marşı'nı yazar.'
Yavuz Bingöl'ü Akif rolünde yadırgayacağımı düşündüm ilkin; zira bu oyuncumuzun 'dudak tembelliği'nden kaynaklı diksiyon problemi var ve Akif'i hep harikulade İstanbul Türkçesiyle konuşan biri olarak hayal etmişimdir...
Ancak, Bingöl'ün rolünün üstesinden geldiğini düşünüyorum.
Eserde Fikret Kuşkan Mustafa Kemal'i, Murat Han Trabzon vekili Ali Şükrü Bey'i canlandırıyor.
Akif'in hayatında çok önemli yeri olan ancak filmde varla yok arası, gölge gibi kalan Eşref Edip'i Hazım Körmükçü oynuyor.
Tastamam bir Akif portresi olmaktan ziyade, Akif'in bir döneminden kesitler sunan filmde, zirveye ulaşan, insanı yüksek sinemasal duyguyla coşturan bir tepe noktası da görmedim.
Üstelik bazı zayıf noktalar var.
Örnekse, İngiliz ajanı Mustafa Sagir'in ihanetinin anlaşılıp yakayı ele verdiği sahne... Adamın paketlenişi biraz lise müsameresi kıvamında...İşgalci İngiliz komutanın oyunculuğu da sakil kalmış...
Bunlar bir yana, fevkaladenin de fevkinde beni rahatsız eden şey, Akif'in adeta müzik içinde yüzen bir filme dönüşmüş olması.
Müzisyen Kıraç'ın bunu yaptığına inanamıyorum; Allahım, müziksiz tek kare dahi bırakılmaz mı!
Ve tabi müzmin hastalığımız; denizi geçip derede boğulmak... Filmin kamera önü ve arkası, tüm kadrosuyla ilgili (credit mi diyorlardı) bilgi arıyorum ve bunun için neden İMDB gibi yabancı bir siteye bakmak zorunda kalıyorum, anlayan beri gelsin!
Neden filmin 'resmi' sitesi yok!
Halkla ilişkiler bu günler için lazım!