Kimi insanlar vardır... İyi günde, kötü günde ailesine, yurduna, ocağına ve en önemlisi kendisine tutunur. Kimileri vardır, başına gelen kötü şeyleri ailesinden, yurdundan, kimliğinden, inancından bilir. Bir tek kendisini sorumsuz tutar ama esas aynada gördüğünden rahatsızdır. Doğduğu güne, eve, aileye ve en önemlisi kimliğine kızgındır.
Hristiyanlıktaki ilk günah gibi doğuştan günahkâr ve lanetlenmiş hisseder kendini. Sürekli Beyazlaşmaya çalışan siyahî sanatçı gibidir. Adını Cuma koyan efendisi Robinson Crusoe'dan takdir görmek ise en büyük mutluluğudur. Bu his yeni bir şey de değildir. Daha çok müstemlekelerde görülen 200 yıllık tanıdık bir aşağılık kompleksidir. Bu komplekse tarih boyu hiç sömürge olmamış Türkiye'de bile rastlanıyor olması ise üzerinde düşünülmeye değer bir durumdur. Yüzyıldan fazla zaman geçmiştir ama Araba Sevdası'nın Bihruz Bey'i, Kiralık Konak'ın Seniha'sı, Servet'i canlıdır, aramızdadır.
Devlet geleneğiyle, bürokrasisiyle, mûsikisi, mimarisi, bilimi, felsefesi, ordusu, eğitimi ve edebiyatıyla büyük bir dünya medeniyeti inşa etmiş Müslüman Türklerin, büyük oranda dünya sistemindeki değişimler neticesinde yaşadığı büyük kayıplar imparatorluğumuzun son neslinde büyük bir travma bırakmış; bu travma nesiller boyu süren, modernleşmenin tek yolunun Batılılaşma olduğu gibi kompleksli ve mandacı (self-kolonyal) bir kültürel ve siyasal zihniyetin inşasıyla sonuçlanmıştır. 2021 yılında bile hâlen genelde Batı-dışı toplumların tamamını, özelde ise Türkiye gibi bölgenin yıldız ülkesini bile yaşanmaz gören, 'kaçmak' için fırsat kollayan bir kültürel devşirme grubuyla zaman zaman denk gelmemiz düşündürücüdür. Bu öyle genlere işlemiş bir kronik hastalık haline gelmiştir ki, yıllar önce merhum Cemil Meriç de aynı hastalıklı bakış açısından şikayet etmektedir:
"Her dudakta aynı rezil şikâyet: yaşanmaz bu memlekette! Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lâğım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? Hayır, onlar Türkiye'nin insanından şikâyetçi. İnsanından, yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını 'yaşanmaz'laştıranlardır"
Mandacılık öylesine faşizan bir dile ve hegemonik olma iddiasına sahiptir ki kendi ülkesine, milletine, devletine karşı ümit ve muhabbet besleyenlere bile tahammülü yoktur. Sömürgeci efendi adına mandacı kahyalar gibi kendince misyon üstlenen veya açıkça bunun için görevlendirilen/fonlanan mandacılar için ideolojiler sadece araçsaldır; evrensel anlamda savunduklarını iddia ettikleri ideolojilerle ilgileri tartışmalıdır.
Son günlerde Afganistan'da Taliban'ın kontrolü ele geçirmesi sonrası Kabil Havalimanı'nda yaşanan hazin sahneler Batı idealinin yeniden sorgulanmasına sebep oldu. Amerikan uçaklarının tekerleklerine tutunarak ülkelerinden kaçmaya çalışan ve uçaktan yere düşenlerin durumu yürek parçalayıcıydı. Bunların arasında Taliban'ın geçmişteki baskıcı, insanlık dışı uygulamalarından dolayı ülkeden kaçmak isteyenler olduğu gibi; Amerikan işgali döneminde ABD'ye memurluk yapanların, hizmet edenlerin önemli bir oran teşkil ettiği de biliniyor. Nitekim bundan yaklaşık bir ay önce ABD işgal döneminde kendisiyle çalışmış yaklaşık 50 bin kişiyi tahliye edeceğini duyurmuştu. Buna rağmen sözlerini tutmayıp, K-9 köpeklerine bile uçaklarda koltuk ayırırken kendileri için yıllar boyu iş yapan insanları Taliban'ın insafına bırakmaları Batı idealine tutunmak, Batılı emperyalistlerden medet ummak isteyenler için ibretlik ve üzücü sahneler oluşturdu. Zaten Taliban'ın kendisi de Amerikan/Sovyet istilacılığının sonucu ortaya çıkan bir sorundu.
Dahası bu ilk de değildi. ABD Vietnam işgali sonrası kaçarken de benzer bir durum yaşanmış; ABD kendisine hizmet eden Vietnamlıları tahliye etmemiş ve katledilmelerini umursamamıştı. Yine Fransa'nın Cezayir'i işgalinin ardından kendisine çalışan on binlerce Cezayirli Müslüman Harkinin bağımsızlıkçılar tarafından katledilmesini Fransızlar seyretmekle yetinmiş; Fransa'ya tahliye ettiği bir avuç Harki'yi de toplama kamplarına kapatmıştı.
İnsanları Taliban ile ABD işgalciliği arasında tercihe zorlamak; Taliban'ı bir sonuçtan ziyade sebep olarak görmek; ABD ve Sovyet katliamlarına, işgallerine değinmeden, bunun sonucunda oluşmuş Taliban'a yönelik tek taraflı analizler yapmak da yine bu Batı-merkezci düşünme biçiminin bir sonucudur. Tıpkı ABD'nin Afganistan'daki işgalini neticelendiremeyişini, bu sebeple de toplumsal-ekonomik maliyetini taşıyamaz hale gelişini ve Taliban'la anlaşmak durumunda kalarak bir kaçış senaryosu uygulamasının bir yenilgi olduğunu da açıkça söyleyememek gibi... ABD'nin yenilgisinde bile keramet aramak da bu tutunamama halinin akademik bir versiyonu olsa gerek.
MERHABA!
"Her sabah dünya yeniden kurulur. Her sabah taze bir başlangıçtır." Yıllar boyu Tercüman Gazetesi bu sloganla çıkmıştı. Ben de Akşam Gazetesi'ne bugün itibariyle taze bir başlangıç yapmanın ayrıcalıklı mutluluğunu yaşıyor, bu imkânı sunanlara da teşekkür ediyorum.Bismillah.