Konuya, ilkokul çocuğunun bile anlayacağı bir dille yaklaşalım ve yazıya sorularla başlayalım:
-Polis ne için vardır?
Ülke içinde asayişi sağlamak, suç işlenmesini önlemek ve işlenen bir suç varsa faillerini yakalamak için!
-Polisi engelleme ve atlatma planlarını kimler yapar?
Tabii ki suç işlemeyi kafalarına koyanlar ya da suç işledikten sonra izini kaybettirmeye çalışanlar!
-Var mı bir itirazı olan?
Olmaz, olamaz, olursa da ciddiyetten uzak olur!
Ama bizim ülkemizde “basın özgürdür, yazar, eleştirir” denilerek yapılıyor bunlar. Polis, gelen istihbarat üzerine Büyükada’da gizlilik içinde düzenlenen bir toplantıyı basıyor. Tabii ki bunu kendi kafasına göre yapmıyor. Yargı tarafından görevlendirilip, oraya yönlendiriliyor. O toplantıda, pek çok bilgi ve belge ele geçiriliyor. En önemlisi de emniyet güçlerinin nasıl atlatılacağı ve polisin elde edeceği digital belgelerin nasıl kullanılamaz hale getirileceğine ilişkin çalışmalar yapıldığı belirleniyor.
Sonra, ifadeler alınıyor, deliller dosyaya konuyor ve hakim karşısına çıkarılıyorlar. İçinde Türk vatandaşı olmayan şahısların da bulunduğu altısı tutuklanıyor, dördü adli kontrol şartıyla serbest kalıyor.
Cumhuriyet Gazetesi, hemen harekete geçiyor. Tutuklamaları yapan hakimin aldığı karar yerden yere vuruluyor:
“Hak savunucuları tutuklandı!”
Diğer suçlamaları bir tarafa bırakalım, “polisi atlatma taktikleri” üzerinde çalışanlar “hak savunucusu” yapılıyor! Kimin hakkını savunuyor bunlar? Suç işleyip ondan sonra delilleri yok etme planları yapan suçluların mı?
Şimdi kimse kusura bakmasın, ama böyle gazetecilik olmaz!..
Ortada kuvvetli şüpheler var ve birtakım kişiler tutuklanmış. Henüz dosyadaki deliller de tam olarak ortaya dökülmemiş. Üstelik, yargılamaya geçilmemiş. Buna karşılık, “gazetecilik” adına bir aklama faaliyeti yürütülüyor. Yapılan tutuklamalar, “hukuki garabet” ifadesi kullanılarak eleştirilebiliyor.
Asıl garabet nedir, biliyor musunuz?..
Bu tür haberler yapıp, böyle ifadeler kullanmak. Hani zaman zaman dile getirilen “yargısız infaz” diye bir kavram var ya, o budur işte!
Böyle bir faaliyet ne hukuk, ne de gazetecilik mantığı içinde izah edilebilir. Basın mesleğinin etik değerlerine aykırıdır. Çünkü, avukatlık bürosu değildir gazeteler. Tam tersine, sorar, soruşturur ve sorgular gazeteciler.
***
Uzun süredir takip ediyorum, başta Cumhuriyet olmak üzere, pek çok gazetenin internet sitesinde bu tür garabetlerle karşılaşıyorum…
Hepsi Can Dündar gibi tiplerin savunuculuğuna soyunmuş durumdalar. Mustafa Altıoklar gibi geniş halk kitlelerine hakaret edenlerin avukatlığını yapıyorlar. Cezaevi firarisi Sevan Nişanyan’a övgüler düzüyorlar. Katiller, caniler ve insanlık suçu işleyenlerin tek tip kıyafetle mahkeme önüne çıkmasını savunanlara karşı saldırıya geçiyorlar. Bu arada, DHKP-C gibi örgüt yanlılarına duydukları sevdayı da her fırsatta açığa vuruyorlar.
Bitmedi…
ABD’den Türkiye aleyhine bir açıklama yapılmışsa, manşete taşıyorlar. AB’nin bize ayar vermeye çalıştığı en alt düzeydeki açıklamaları bile kaçırmıyorlar. AP’nin Türkiye aleyhtarı raporlarının üzerine atlıyorlar. Onlar için Türkiye’ye düşmanlık sergileyen kim bir açıklama yapıyorsa ve bizi karalayan ne varsa önemli bir haber. Haksızlıklarla doluymuş, tamamen yanlışmış, gerçekleri yansıtmıyormuş, ne önemi var. Hiçbirini kaçırmıyorlar.
Sonra da kalkıp, sağa sola “yandaş” damgasını vuruyorlar. Ülkesine ve milletine sahip çıkan, Türkiye’ye karşı yapılan haksızlıklara tepki gösteren, bir insanlık suçu olan teröre lanet okuyanları karalamaya çalışıyorlar.
***
Yazık, gerçekten çok yazık!
Garip, hem de alabildiğine garip!..
FETÖ’cü ByLock’çularla irtibatta olan, polisi atlatma taktikleri üzerinde çalışan, “Gizli bilgiler polisten nasıl saklanır, yakalanırsa nasıl korunur?” dersleri veren karanlık tiplere “hak savunucusu” diye sahip çıkanlar için sarf edilecek çok söz var, ama… Ben sadece bu yapılanın bir gazetecilik faaliyeti olmadığını söylemekle yetineyim. Gerisini de size bırakayım.