14 Ocak 2013 Pazartesi
Kafası çalışmıyorsa sözelci yap gitsin...
Değerli okurlar, geçen haftaki yazımla ilgili sizlerden pek çok olumlu geri dönüş aldım. İçeriğin yanı sıra özellikle üslup, anlatım ve kelimelerin seçimi konusunda beğenilerinizi ilettiğiniz bana, teşekkür ederim.
O mesajların ardından, daha çocukluk yaşlarından başlayarak yaşamım boyunca matematiğimin kalemimden çok daha önemli olacağı söylenerek kafamda oluşturulan değerleri gözden geçirmem gerekti. Bugüne kadar hep 'sayısal' bir şeyleri ile değerlendirilen biri olarak, ilk kez 'sözel' açıdan takdir edilmiş olmak, ne yalan söyleyeyim, farklı geldi bana.
Milli eğitim sistemimizin ortaya çıkardığı kavramlar içinde düşünecek olursak, ben esas olarak 'sayısalcı' bir kişiyim. Lisenin matematik alanından mezun, üniversitede mühendislik okumuş, yüksek lisans tezlerinde matematiksel modellemenin derinliklerine dalmış, daha sonraki akademik çalışmalarında işletme yönetimi alanına kayarak biraz sözele bulanmış birisiyim. Eşimin tabiri ile 'içine sözel kaçmış' bir sayılsalcıyım.
Sayısalcı, sözelci, eşit ağırlıkçı... He ne kadar liselerde alan ayrımı artık kalmamış olsa da üniversiteye yerleşmede kullanılan puan türleri nedeniyle yaşamımızdan kolay kolay çıkmayacak alan etiketleri.
Biraz geriye gidelim. 2009 senesinde ÖSS'den YGS/LYS sistemine geçiş yapılandırılıyor ve bölümlerin hangi puan türü ile öğrenci alacağı konusunda YÖK üniversitelerden görüş topluyordu. O dönemdeki ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan'la yaptığımız bir sohbet sırasında kendilerine gelen taleplerle ilgili anlattıkları beni çok şaşırtmıştı. Bir devlet üniversitemizdeki Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, edebi metinlerin matematiksel çözümlenmesi ile ilgili dersleri dayanak göstererek puan türünün sözelden eşit ağırlığa geçmesini istemiş. Son on yılda, matematik zekası olan öğrenciyi almak isteyen arkeoloji, psikoloji, hukuk vb. bölümlerin puan türünün sözelden eşit-ağırlığa geçtiği hatırlandığında, bu isteğe şaşırmamak gerek.
Herkes farkındadır ama kaç kişi bunu yüksek sesle söyleyebilir, bilmem. Ülkemizde kafası çalışan çocuk, sayısal alana yönlendirilir. Biraz daha az yeteneklisi için uygun alan eşit ağırlıktır. En kötüler sözelci yapılır. Çünkü sözel konular kolaydır, ezbere dayanır.
SÖZEL, YETENEK İSTİYOR
Peki gerçekten öyle midir? Kesinlikle değil. Bütün dünyada bilinir ki sözel alan sayısal alandan çok daha karmaşık ve zordur. Basit bir örnekle açıklamak isterim. Sayısal alanla başlayalım. Bir bina düşünün. Bu binanın, oturduğu zemin üzerinde yılda kaç milimetre yer değiştirdiğini, bir inşaat mühendisi metre kullanarak ölçer, biçer. Sonra zeminin özelliğine bakarak bir terslik olup olmadığını somut verilerin yardımıyla sayısal olarak modeller. Sözel alanda durum farklıdır. Bir rehber öğretmeni düşünelim. İlkokul çağındaki çocuklarda anne-baba boşanmasının yarattığı motivasyon kaybını modellemek için, hangi metreyi kullanacak, nasıl ölçüm yapacak, nasıl sonuç üretecek? Sayısal alanda neredeyse tüm konular somutken, sözel alanda soyutu somut yapma (operationalizaton, kavramsallaştırma) yeteneği gerekiyor öncelikle. Yani sözelcilerin sayısalcılara kıyasla en azından bir fazladan meziyeti olması gerek.
Sözün özü, bizdeki yaygın kanının aksine 'sözel' düşünce de tıpkı matematiksel düşünce gibi ayrı bir yetenek ve son derece özel refleksler gerektiriyor. Bir başka deyişle 'Kafası çalışmıyorsa, sözelci yap gitsin' zihniyetinin yarattığı sistemler artık dünyanın gerçekleriyle örtüşmüyor, bir an önce değişmesi gerekiyor.