Hafta içi bir sürü kehanet… Rotasyon, kotasyon, operasyon…
Ve dün gördük ki hem Fenerbahçe hem de Beşiktaş maça olabildiğince ‘en iyi’ kadrolarını çıkarmıştı. Zira bu sadece kupaya giden yolda çetin bir mücadele değil, bir itibar, iktidar gösterisi olacaktı.
Beşiktaş ilk maçtaki 2-2’lik skorun altından kalkarsa, Fenerbahçe’ye karşı ligde psikolojik üstünlük sağlayacak, Sarı-Lacivertli camiayı ‘Cevapsız sorularla’ baş başa bırakacaktı. Aykut Kocaman belki maç kazanması gerektiği zaman zorlanıyor ama kaybetmemesi gerektiğinde daha disiplinli, daha sistemli…
Dün de bunu gördük. Kol bağlamadan önce çayırda peşreve durmuş bir edası vardı iki takımın da. Yoklama faslının ardından Beşiktaş baskı kurmaya başladı. Ve gole daha yakın takım görüntüsü veriyordu.
Bu dakikalarda Beşiktaş savunmasının yaptığı hata sonrası Pepe’nin, Josef’e yaptığı müdahaleye çıkan kırmızı kart bütün dengeleri Fenerbahçe lehine çevirdi. 10 kişi kalan Beşiktaş’ta oyuncuların gereksiz paniği de Fener bahçe’nin ekmeğine yağ sürecek fırsatlar getirdi ancak bunları kullanamadılar. İkinci yarıda beklendiği gibi iki hocadan da hamleler geldi.
Taktiklere, tahrikler de eklendi.
Yere atlayanlar, havaya zıplayanlar, birbirini yoklayanlar… Daha çok hakem Mete Kalkavan’ın kimyasını bozmaya yönelik girişimler gördük. Ve bütün bu olup bitenlerin, tribünlerde ve kulübelerde yarattığı gerginlik… İlk yarıda sahaya atılan yabancı maddelerle bacayı saran ateş iyice körüklendi. Quaresma ve Caner’in sahaya atılanlar yüzünden kullanamadığı son korner atışında da artık yangının önü alınamaz bir durumdaydı. Bu arada taraftarla gerginlik yaşayan Şenol Hoca’nın başına tribünlerden atılan yabancı madde işleri çığrından çıkardı.
Buna rağmen Şenol Hoca bütün iyi niyetiyle başını tutarak, devam etme taraftarıydı. Ancak ikinci kez kafasına gelen darbeyle yere düştü ve orada filim koptu.
Zaten ortada futbol diye, maç diye de bir şey kalmamıştı.
Ucuz atlatıldı. Büyük geçmiş olsun.