Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çin seyahati vesilesiyle ‘Yeni İpekyolu’nun kuruluşu’, ‘yeni ekonomik kuşağın’ oluşumu ve Çin’in yeni durumu üzerindeki ilgiyi artırdı. Önümüzde kendisine bir gelecek strateji belirlemiş bulunan büyük adımlar atarak büyüyen bir Çin gerçeği durmaktadır. Bu konudaki tartışmalardan biri, yeni bir dünya kurulmaktadır ve ‘bu yeni dünyanın liderinin kim olacağıyla’ ilgilidir.
Büyük devletler, sadece stratejik davranmakla kalmazlar aynı zamanda dünyadaki değişim eğilimlerini anlayarak bu eğilimleri değerlendirerek ona göre kendi stratejilerini oluşturup, politik tavır belirlerler. Bu tavır alışın arkasında birçok sebepten bahsedilebilir. “Devletlerin sahip olduğu gelenek, tarih bilinci, entelektüel kadro, bilim anlayışı, teknokrat ve siyasette yetişmiş adam sahibi olmak ve bütün bunları bir gelecek projesinde buluşturacak siyasi siyasi akıl. Çin’in arkasındaki itici gücün böylesine geniş bir kadroya dayandığını görmek gerekir. Meseleyi ‘Çin’in ekonomide piyasacı siyasette komünist olduğu’ gibi formüllerle izah etmenin olayı basitleştirmek olduğu söylenebilir. Çünkü aynı şeyi denemek isteyen Gorbaçev’in nasıl başarısız olduğu henüz unutulmamıştır.”
Batı çağının sonu
Nereden bakarsak bakalım Batı’nın hâkim olduğu dönemin kapanmakta olduğunu, bu konuyla ilgilenen ‘Batıperest’ olmayan hemen herkes kabul etmektedir. Burada esas mesele, ‘bir çağın kapanmasının’ anlaşılmasıdır; yoksa konuyu ‘Batı yıkılıp, yok oluyor ve onun yerine yeni bir şey konuluyor’ şeklinde kavramak durumu baştan anlamamak demektir. ‘Batı çağı’ kapanıyor derken sanayi devrimiyle yükselen İngiliz devrinden, ikinci savaş sonrası başlayan ABD zamanlarından bugüne kadar uzanan bir dönemin tamamlandığından bahsedildiğinin anlaşılması lazımdır. Nitekim İngilizlerin zamanı kapanmıştır ama İngiltere hâlâ önemli bir ülkedir; bunun gibi ABD devrini doldurmaktadır fakat ABD yine önemli bir ülke olarak mevcudiyetini sürdürecektir. Bir anlamda Batı’nın çöküşünden bahsederken ’Batı hegemonyasının çöküşünden’ söz edildiğini unutmadan meseleye bakmak gerekmektedir.
“Peki, yerine geçecek olan kimdir, kimin zamanı yaklaşmaktadır? Bu sorunun cevabını ‘eski çağın parametrelerine, onun dinamiklerine bakarak vermek yanıltıcı olacaktır. Batı’nın yükseliş zamanı ‘endüstrinin’ bütün dünyaya hâkim olmasıyla başlayan bir çağı yaratmıştır. Bugün yaşanılan ise, küresel çağdır; bunun dinamikleri tek merkezli bir ‘sanayi üretimi’ yerine, bilginin, teknolojinin, sermayenin, yeni teknolojinin çok merkezli bir ağ olarak, Marx’ın ‘temerküz teorisini’ geçersiz kılacak şekilde, yükselmesiyle daha önceki dönemlerden farklılaşmaktadır.”
Yeni dünya
Bu bakımdan Asya’nın yükselişi veya doğunun yükselişinde bu defa ‘tek ülke merkezli bir hegemonyanın’ kurulmasından çok ‘bölgesel bir hegemonyanın’ kurulması daha mümkün görünmektedir; en azından bu eğilimin güçlü olduğunu öngörmek mümkündür.
“Burada, nüfus avantajı olan ülkelerle, doğal kaynakları zengin olan ülkeler; üretim faktörleri harekete geçen ekonomilerle, pazar imkânları yani tüketim eğilimleri aratan ülkeler; bilgi teknolojilerinde avantajlı olan ülkelerle, dünya ticareti içindeki yerleri, konumları stratejik olan ülkeler arasında çok yönlü işbirliğinin, ortak projelerin yapılması halinde küresel etkileşim yaratma potansiyeli yüksek, birbirini tamamlayıcı ekonomik dinamiklerin ortaya çıkması, bunun küreselleşmeyi daha pozitif, daha barış içinde etkinleştirme imkânı bulunmaktadır.”
Yeni bir dünya kurulmaktadır derken, ‘ne yani Batı’ya sırtımızı mı dönelim, NATO’dan çıkalım mı (?)’ türünden sorular sorulmasının bir anlamı yoktur. Yeni bir dünya kurulurken yeni bir ekonomik kuşak yükseldiği gibi, yeni bir ilişkiler ağıyla birlikte, yeni bir çağın yükselmesi söz konusudur. Bu yeni durumu anlayıp yeni çağa hazırlıklı olmak için yeni bir anlayışa, yeni bir yaklaşıma ihtiyaç bulunmaktadır, eski bakış açısıyla yeni durum anlaşılamaz.