Türkiye’nin dünyadaki konumunun değişmesinden rahatsızlık duyan ülkeler arasında, bazı bölge ülkelerinin bulunması tesadüf değildir. Batı sömürgeciliğinin geriye bıraktığı bu ‘tortular’ doğrudan doğruya Batı’ya bağımlılık ilişkileri içerisinden kendi halkları ve toprakları üzerinde kurulmuş olan küresel soygun mekanizmasından pay alan, yağmacıların ortağı olan hırsızlardan başkası değildir.
Türkiye’nin ‘farklı bir konumda olduğu’ açıkça söylenmezse de artık herkesin kabul etmek durumda olduğu bir hakikattir. Önce İslam İşbirliği Zirvesi’nde arkasında Birleşmiş Milletler’de 128 ülkeyi kendi çizgisinde karar vermesini sağlayacak çalışmalar yapıp neticeye ulaşılmasını temin etmek, sadece bir ‘diplomatik başarı’ değil bir dış politika değişimin de dünya tarafından anlaşıldığının ifadesidir.
“Bu politika değişimini anlayamayanlar, bugün ABD-Türkiye arasında yaşananları da anlamaktan uzaktırlar. Açık olan şudur, ABD başta Türkiye olmak üzere bütün Ortadoğu’yu yeni bir ilişki biçimine, yeni bağımlılık ilişkilerine mahkûm etmeye çalışırken, Türkiye bu bölgesel ölçekteki istikrarsızlaştırma, bölme/parçalama girişimine cevap veren bir siyaseti ortaya koymuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha yakın zamanda yaptığı ABD ziyaretinde başta Başkan Trump’la yaptığı görüşme olmak üzere bütün konuşmalarında Türkiye’nin tavrını açıkça göstermiş bulunmaktadır.”
BAĞIMSIZ OLMAK
Türkiye çeşitli mecralarda birincisi, bütün terör örgütleriyle mücadelede kararlı olduğunu ve terörün doğrudan hedefi olduğunu belirtmiş; ikincisi, müttefiklik ilişkisinin uluslararası hukuka ve karşılıklı sorumluluk ilişkilerine dayanması gerektiğinin altını çizmiş; üçüncüsü de Ortadoğu’da istikrarın sağlanmasında bölge ülkelerinin ulusal bütünlüklerinin korunması konusundaki hassasiyetini ortaya koymuştur.
“Bu bakımdan ABD Türkiye arasında ortaya çıkan yeni durumu Türkiye’yi suçlayarak açıklamaya çalışanlar, bunu yaparken de ‘muhalefet’ ettiklerini sananlar ya durumu kavrayamayanlardır ya da ABD’nin yeni Ortadoğu siyasetinin yanında yer alarak, onu onaylamaktan başka bir şey yapmayanlardır. Bütün mesele, ABD-Türkiye arasında ‘Soğuk Savaş ekseninde kurulan ilişkilerin’ aynı kapsamda devam ettirilmesi arzusuna yani Pentagon/CIA merkezli bir ABD siyasetine razı olup olmamakla ilişkilidir.” Burada soru açıktır: Türkiye’nin bağımsız bir devlet iradesiyle yönetilmesine kim ya da kimler itiraz etmektedir? Kendilerinin solcu olduğunu düşünen ( ki ‘sol ve sağ’ eksenli bir kutuplaşma etrafında Türk siyasal/toplumsal yapısının açıklanamayacağına dair tezlerimi zaman zaman paylaşıyorum) aslında temel karakterleri ‘yerli olmamak’ olan bazı gruplar, bunun bağımsızlıkçı bir siyaset veya anti-emperyalizm olmadığını iddia ederek, ABD siyasetinin bir parçası olan PKK/PYD çizgisinde, Pentegon’un silahlandırdığı unsurlarla CIA ile kol kola Türkiye’ye karşıtı bir yerde durmaktadırlar.
ANTİ- EMPERYALİZM Mİ?
“Onlara göre Türk dış politikası ABD’nin soğuk savaş ekseninde belirlediği vesayet ilişkilerinde kalmalı ve bu çerçevede oradan gelen yeni isteklere itiraz etmemelidir; ABD siyasetinin bu bile olmadığı, Ortadoğu coğrafyasının mevcut ulusal bütünlüklerini ortadan kaldıracak yeni bir harita çizmeyi amaçladığı, hatta PKK/PYD ile geliştirilen ilişkilerin hedefinde doğrudan Türkiye’ye dönük sadece bir tehdit değil, fiili saldırı olduğu görülemez mi dersiniz?”
Kısaca, Türkiye bugün sadece Batı sisteminin patronajıyla kurulan ‘eski vesayet ilişkilerini tasfiye ederek’ anti-emperyalizm yapmakla kalmayıp, küresel sürecin ‘yeni emperyalist siyasetine’ de karşı tavır almaktadır. Dün ‘emperyalizme karşı’ olduklarını söyleyen, kendi bankasını soyan ‘solcuların’, askeri darbelere zemin hazırlayan eylemleriyle, ABD vesayetinin kurumlaşması yolunda adım atanların, bugünkü bağımsızlıkçı siyasetten rahatsız olmalarında, herhangi bir çelişki bulunmamaktadır!