CHP’de Deniz Baykal’ın başlattığı ‘olağanüstü kongreye gidilerek 2019 Başkanlık seçiminde aday olacak veya aday gösterilecek kimse, onun genel başkan seçilmesi’ yönündeki öneri parti içinde çok tartışılacak bir konudur. Meselenin CHP’yi aşan, başka çevrelerde de arayışlara sebep olan bir boyutunun olduğu görülmektedir. Hayır oylarının, beklentilerin üzerinde çıkmasıyla bu %48’den yeni bir siyaset imkanı elde etmek isteyenlerin ümitlendiğini tespit etmek zor değildir.
Bu konuda yapılan hesapların, ‘ortada %48’lik bir oy oranı bulunuyorsa, insanlar bu kadar yüksek bir oranda buluşmuşlarsa onları muhafaza ederek, oyları birkaç puan daha artırmak neden zor olsun’ gibi bir mantığa dayandığı anlaşılmaktadır. “Bu arada, garip varsayımlarla dayanarak yapılan AK Parti yorumlarında, ‘şimdilik uykuya yatmış iyi yetişmiş, teknik ve sosyal kaliteleri yüksek bir zümrenin de uyanmak üzere olduğu’ kehanetiyle, bunların da siyaseten harekete geçeceklerini öngörüp, bunun siyasette ciddi bir sarsıntı yaratacağını umarak, iktidarı değiştireceğini bekleyenlerin ellerini ovuşturmalarına ne demeli?”
Yanlış hesap
Burada üzerinde durulması gereken ilk husus yapılanın bir seçim değil bir referandum olması gerçeğidir. Referandumda ‘ele geçirilecek bir iktidar’ söz konusu olmadığı halde, seçimde mevzu bahis olan, doğrudan ‘iktidar’ olacaktır. Yeni anayasanın getirdiği şekliyle, Başkan seçilecek kişinin kabinesini dışardan kurarak, bütünüyle yürütme gücünü elinde bulunduracağı yeni bir iktidar yapısı söz konusu olacaktır. “Yani Hayır diyenler sadece bir ortak tavrı paylaşmışken, seçimle kazanılacak olan somut bir yönetim, bir güç olacaktır ki bunu kazananın paylaşmak isteyeceğini düşünmek fazla iyimserliktir. Başkanlık seçimlerinde, birbirleriyle siyasi- ideolojik tutumları farklı olan hatta birbirleriyle uzlaşmaz nitelikleri olan politikaların bir araya geleceğini söylemek ne kadar gerçekçidir!”
Üzerinde durulması gereken diğer husus, AK Parti’nin dayandığı toplumsal zeminin sosyolojisi ve bu toplumsal temellerle parti siyasetinin bugüne kadar ortaya koyduğu ‘siyasi mukavelenin’ mahiyetiyle ilgilidir. Bu anlaşılmadığı sürece AK Parti’nin katılacağı seçimlerde onunla yarışmada bugüne kadar olduğu gibi yarın da sorun yaşamak, kaybedenler açısından sürpriz sayılmayacaktır.
Burada kısaca vurgulamak istenirse, ilkin devlet ve toplum arasındaki tarihsel çelişkinin aşılmasından bahsetmek gerekecektir. Unutmayalım ki yirminci yüz yılın sonunda devletin ideolojik ve politik bir siyasi alan olarak topluma karşı örgütlenmiş yapısı, modernleşme sürecine adım atılmasından itibaren farklılaşan toplumsal ilişkilerle çelişen sonuçları üretmeye başlamıştır.
Toplumsal sözleşmeye dayalı siyaset
Her şeyden önce, AK Parti’yi iktidara taşıyan toplumsal zeminde bu çelişkilerin aşılmasına dayanan bir demokratikleşme anlayışının ortaya konmasının önemli bir rolü olduğunu kavramak gerekir. İkincisi, ‘militarist devlet yapısının’ sivilleştirilmesi yönünde atılan adımlardır ki bu adımlar sayesinde sadece muhafazakâr zümrelerle değil, toplumsal bakımdan yeni orta sınıflar arasında yükselen meslek gruplarının, yeni girişimcilerin, yeni toplumsal aktörlerin katılımıyla geniş bir mutabakat yapılmıştır. Bunların katılımıyla bu sivil siyaset güçlenerek AK Parti için uzun bir iktidar döneminin ünü açılmıştır. Üçüncü dinamizm kaynağı sosyal v e ekonomik hayatın modernleştirilmesiyle ilgili gelişmelerdir. Bunlar arasında rekabetçi ekonominin zorunlu şartı olan çok sayıda aktörün, piyasa ekonomisini derinleştiren katılımı ve uygulanan sosyal politikalarla toplumun alt kesimlerinin ‘yoksulluğun çaresizliğinden’ çıkarılarak yeniden sosyalleştirilmesidir.
“Netice olarak Türkiye yeni bir sisteme geçmiştir ve bu sürecin siyasi lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu dönüşümleri yapan siyasetin sahibi olarak AK Parti meydandadır. Muhalefetin bu gerçeğin dayandığı toplumsal gücü kavramadan ‘Hayır’ üzerine hesap yapması neyi değiştirebilir?”