Son günlerde paralelle mücadelenin ne zaman ya da nasıl sona ereceğine dair bir tartışma başladı. Bu konuyu ele alıp tartışanlar, paralel yapının özelliklerinden bahsederek bu mücadelenin seyri ve önemi hakkında bazı şeyleri ortaya koymaya çalıştılar. Onları tekrar etmeden üzerinde durmak istediğim bazı hususlar bulunmaktadır. Bundan önce bu yapının mahiyetine dair Türkiye’nin neyle, nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Çeşitli sivil grupların, ister dini ister seküler, varlığı çoğulcu bir toplumun varlığının gereğidir. Demokratik toplumlar, toplumda mevcut bulunan bu çoğulcu yapılar üzerinde hayatiyet bulurlar. Bir anlamda demokrasi devletten topluma doğru inşa edilmiş sivil yapıların sayesinde işleyen bir rejim olduğu için, sivil yapılanmaların devleti dengeleyecek fonksiyonu vazgeçilmez bir role sahiptir. “Toplumsal farklılaşmalar yeni sivil yapılar ürettikçe toplumun, bireyin karşısındaki devleti sınırlandırması mümkün hale gelecektir. Esas itibarıyla demokratikleşme süreci diye ifade edilen olay, bütünüyle devlet ve toplum arasındaki ilişkilerin böyle bir değişim geçirmesini ifade etmektedir.”
Demokrasi ve kapalı yapılar
Demokratikleşme sürecinde olan ülkelerin bu aşamada karşılaştıkları en önemli sorun olarak; devlet içinden gelen reaksiyonların nasıl bir problem oluşturduğu, askeri darbeler ve müdahaleler tarihi çok eski ve tecrübesi geniş olan Türkiye için, bunların nasıl tahripkâr olduğu hususunu çokça yazıp tartışıyorum. Bu süreçte demokratikleşmeye karşı ortaya çıkan diğer bir tehdit ise sivil gruplardan gelen ve gelebilecek tehditlerdir. Ülkenin demokratik yapısının yani kurumlarının, zihniyet dünyasının, kurallarının henüz güçlenmediği ülkelerde bazı sivil unsurların, ki bunların dini grup, sivil bürokratik kadrolar olması fark etmemektedir, bu durumu darbe yapmak için uygun bir fırsat olarak değerlendirdikleri görülmektedir. Türkiye’de paralel yapının yaptığı da budur.
“Bilhassa kapalı yapılar içinde, itaat ekseninde oluşmuş ilişkilerin devleti ele geçirilecek bir nesnel araç olarak görerek buna göre davranması, bütün kurumlara sirayet ederek devletin meşru hukuki düzeni içinde, tanımlanmış fonksiyonlarının yanında gizli bir ajandayla hareket eden bir örgütlenmeye geçilmesi, doğrudan doğruya meşru olana paralel, gayrimeşru yapının örgütlenmesi demektir.”
Burada maksat meşru olanın bütünüyle tasfiye edilip gayrimeşrunun tahakkümünün kurulmasıdır. 17-25 Aralık meselesinde hâlâ tereddüt yaşayanlar, bir darbenin eşiğinden nasıl dönüldüğünü fark etmeden hâlâ örgütün darbeye teşebbüs için tertip ettiği gerekçelere takılıp kalanlar, nasıl bir tehlikenin eşiğinden dönüldüğünü düşünmek durumundadırlar. Unutulmaması gereken husus şudur: Toplum, demokrasi işledikçe yolsuzluk da dâhil bütün iddialara cevap verme hakkına sahiptir; oysa paralel darbenin önlenememesi durumunda ülkenin bütün kaleleri zapt edilmiş olacaktır.
Paralel cunta
Paralel yapının fabrikası demokratikleşme sürecine karşı reaksiyon duyan anti demokratik düşünce biçimi, zihniyet dünyası, kapalı komüniter yapıların itaat ilişkilerinden ibarettir dersek mesele tam olarak ortaya çıkacaktır. Eğer Soğuk Savaşın ‘Yeşil Kuşak’ projesi olmasaydı, NATO bağlamındaki Gladyo örgütlenmesinin paralel yapı vasıtasıyla siyasete müdahale stratejisi olmasaydı, emin olun o zaman paralel örgüt yaptığı işlerin hiçbirini beceremeyecek sıradan bir topluluk olarak kalabilirdi. Demek ki, paralelin fabrikası başka bir zemine dayanıyor ve onun ayarları zaten Türkiye karşıtıdır.
“Bugün paralel yapı karşısında susmak, bir örgütün milletin meşru hukukunu yok etmesine sessiz kalmak, milletin seçtiklerine karşı devleti ele geçiren bir çeteye teslim olmak, demokrasinin bütün kurumlarını teker teker kaybetmeye, demokrasi yerine kapalı bir yapının kendi hiyerarşisi içinde oluşan otoriter bir rejim kurmasına, ‘paralel cuntanın’ darbesine rıza göstermek demektir.”