Türkiye’de bir muhalefet sorunu olduğunu söyleyince, ‘her işte olduğu gibi burada da muhalefeti suçluyorsunuz, neden iktidar partisinden hiç bahsetmiyorsunuz’ türünden bir eleştirinin gelmesine şaşırmamak gerekir. Şunun için şaşırmamak lazımdır diyorum, çünkü muhalefetin demokrasilerdeki temel işlevini kavramayan bir anlayışın içselleştirilmiş olduğunu zaten sıkça vurgulamaya çalışıyorum. Böyle bir anlayışın hâkim olduğu bir ortamdan başka türlü bir eleştirinin gelmesini beklemek zaten doğru değildir. “Muhalefet kurumu, demokrasilerin kurucu ve yenileyici kurumudur, eğer muhalefet bu işlevini kaybederse o zaman iş bütünüyle iktidara kalacaktır.”
Bu bahsettiğim durum demokratik sistemlerin temel sorunlarından birisidir, fakat bizdeki durum daha problemlidir zira Türkiye hâlâ demokratikleşme sürecinde ilerlemeye çalışan bir siyasal yapıya sahiptir. 2016’da bir askeri darbe girişimi yaşamış üstelik bunu tarihindeki bütün darbelerden farklı bir şekilde daha kanlı daha alçak bir biçimde yaşamış bir ülkeyiz. Demokratikleşme sürecinde ‘devlet-toplum’ dengesini inşa etmenin kolay olamadığını, ayrıca devlet içinde ordu ve diğer kurumsal yapıların demokratik mekanizmalarının kurulmasında sorunların bütünüyle aşılmadığı düşünülünce fark daha iyi anlaşılacaktır.
Demokratik muhalefet
“Bizim toplumumuzda muhalefet kurumunun işlevlerini yeterince üstlenmemesi, orada meydana gelen zaaflar temelde bir soruna dönüşmektedir. Bunlar arasında toplumsal muhalefetten kopuk bir siyasallaşma süreci çok önemli bir konudur. Buradan siyasetin marjinalleşmesi, kutuplaştırılması ve operasyonel etkilere açık hale gelmesi ve çatışma dilinin siyasal muhalefetle eş tutulması veya muhalefet söylemine ikame olması gibi ciddi sorunlara ulaşma ihtimali ortaya çıkacaktır.”
Bahsettiğimiz bu sorunlarla ilgili sanırım esas meselelerden biri siyasal muhalefetin toplumsal muhalefetle ilişkisinde düğümlenmektedir. Muhalefet söyleminin ‘devlet ve toplumu farklı tarihsel zatiyetler’ olarak kavramak yerine toplumu ‘kendi devlet projesinin nesnesi’ haline getiren bir ideolojik perspektiften hareket etmesi, ‘toplumsal muhalefetle’ ‘siyasal muhalefet’ arasındaki tarihsel çelişkiyi süreklileştiren bir neticeye sebep olmaktadır. Bu neden böyledir ve bunun üstesinden gelinemez mi? Hatırlarsanız tek parti yönetiminin kuruluşundan itibaren CHP de adım adım inşa edilmiş kurumsal hale gelmiş bir ideoloji içinde kısa bir dönem hariç toplumsal muhalefet yerine devlet öznesinin ideolojik talepleri baskındır. Kısa bir dönem dediğim, Ecevit-Turan Güneş ikilisinin 1970’ler konjonktürüne dönük yenilik hamlesidir ki bunun da burada üzerinde durulması imkânsız olan muhtelif sebeplerle akim kaldığı bilinmektedir.
Toplumsalı kaybetmemek
O halde sorunu basitleştirirsek CHP’nin Ana Muhalefet Partisi olarak konumunu değiştirmesi, ‘devlet’ adına muhalefet anlayışından, ‘toplumsal muhalefet’ adına siyaset yapacak bir konumda tavır almasına ihtiyaç vardır. Burada meseleyi kolaycılığa kaçarak ‘bırakalım CHP’yi ne yaparsa yapsın biz kendi işimize bakalım’ diyecek bir iktidar tavrının da dün olmadığı gibi bugün de doğru olmadığını söylemek durumundayım. Bu bakımdan muhalefetin ‘demokratik sorumluluğu’ üstlenmesi, her yönüyle muhalefeti bağlayacağı açıktır. Bu durum daha önce DP, AP, ANAP bugün AK Parti için avantaj sağlıyor görülebilir fakat sebep olduğu ve olabileceği zararların, tahribatı ciddi sorunlara yol açmaktadır.
“Toplumsal muhalefeti temsil etmeyen siyasi muhalefet dilinin meydana getireceği ilk sorun iktidar partisinin eleştirel süzgeçten mahrum olması ve uzun vadede buradan beslenme imkânını kaybetmesidir. İkinci mesele toplumsal muhalefetin temsil edilemeyen taleplerinin marjinalleşme etkisinin toplumsal değişimin hızlandığı süreçlerin sebep olduğu belirsizlik ortamlarında yıkıcı etkileridir. Üçüncü daha tahripkâr olan etkisi ise ülkeye operasyon yapmak isteyenlerin bu zemini terör örgütleri (FETÖ, PKK/PYD, DAEŞ) üzerinden kullanıma sokmasıdır.” Kısaca, muhalefet sorunu demokrasilerin en önemli konusudur.