Anketçilerin dediğine bakılırsa milliyetçilerin bir kısmı referandumda hayır diyebilirmiş. Bu anketçilere bayılıyorum. Onların çoğu, ülke 1 Kasım seçimine giderken durumun değişmeyeceğini, 7 Haziran seçiminden daha farklı sonucun çıkmayacağını, bunun da AK Parti için kötü olacağını belirterek, ‘Çözüm Süreci’nin bozulmasından dolayı AK Parti’nin Güneydoğu’da oy kaybı yaşayacağını ileri sürüp, ülke çapında 7 Haziran sonuçlarından daha düşük bir seviyeye gerilemesinin sürpriz olamayacağını söylemekteydiler. Seçim sonuçları AK Parti’nin Güneydoğu’da oy kaybı yaşamak bir tarafa oyunu da çıkardığı milletvekili sayısını da artırdığını göstermişti.
Buna rağmen bu adamların hiçbiri 1 Kasım’dan sonra ortaya çıkıp neden yanıldıklarını, nerede hata yaptıklarını söyleme dürüstlüğünü göstermedi, bir müddet sessiz kalıp sonra tekrar ekranlara çıkıp muhtelif konularda bir şey biliyormuş gibi yorumlar yapmaya koyuldular. “Bunların büyük çoğunluğunun neden yanıldıklarını açıklayacak kadar meseleyi bildiği dahi söylenemez, yaptıkları o ‘engin yorumlara’ bakılırsa anketin ne anlama geldiğini hangi şartlarda hangi durumda hangi değişkenlerle, dahası hangi yöntemin, hangi tekniğine bağlı olduğunu anladıklarını gösteren bir kırıntıya dahi rastlamak zor.”
MHP’liler ne yapar?
Bunlardan bazıları ortaya çıkıp MHP’lilerin yüzde bilmem kaçının referandumda evet oyu vermeyeceğini söyleyip, bunu parti içinde Bahçeli’ye muhalifleri arasındaki tartışmalara ya da ihtilafa bağlamaktadırlar. Gerekçeye bakar mısınız? “Başkanlık sistemine geçişi kapsayan anayasa değişimine evet ya da hayır demeyi, bir partinin iç meselesiyle açıklamak! Parti içi rekabeti, muhalefeti getirip ülkenin sistem değiştirmesiyle ilgili ‘bir siyasi davranışın’ önüne koymak nasıl bir siyasal analiz olabilir? Üstelik bu insanlar kendi siyasal kimliklerini milliyetçilik gibi bir siyasal ideolojiyle tanımlıyorlarsa böyle bir şey mümkün müdür?”
Sağda solda bu tür iddiaları seslendirmeye çalışanların anlamadığı bazı hususlar bulunmaktadır. Bunlardan birincisi; parti içinde özellikle üst yönetimde yaşanan rekabet, yönetimde söz sahibi olama mücadelesi diyebileceğimiz ihtilaf ve tartışmalar, parti üyesi ve parti taraftarı kitleyi büyük ölçüde doğrudan ilgilendiren bir husus değildir, yani yüzde düzeyinde bir orana dahi tekabül etmez. İkincisi; milliyetçilik gibi doktrinal siyasal hareketlerde, ülke meselesini ilgilendiren hükümet sistemi değişimi gibi yapısal meseleler söz konusu ise, orada parti içindeki hiziplerin varlığı bir hiç düzeyinde kalır. MHP çevresinde başkanlık sistemiyle ilgili meselenin, rahmetli Başbuğ’dan bu tarafa savunulduğu bir siyasal kültür bulunduğu da dikkate alınırsa bu durumda milliyetçilerin meseleye hangi bağlamda bakacaklarını tahmin etmek güç olmayacaktır. Üçüncüsü, Türkiye’de sistem değişimine karşı çıkan terör örgütü PKK, FETÖ ve çevresinde yer alanların saldırıları ortadayken, MHP’lilerin bir kısmının onlarla aynı noktada, üstelik kendi siyasi geleneklerine rağmen aynı safta duracaklarını iddia etmek işin tabiatına aykırı olacaktır.
Kiminle yan yana duruyorsunuz?
“Türkiye’nin anti-demokratik siyasal geleneğinde bürokratik-militer iktidar elitlerinin batıcılık ideolojisi üzerinden geliştirdikleri Avrupa’ya bağımlılık anlayışının, İkinci savaş sonrası ABD ile kurulan ilişkiler ve özellikle NATO sonrası biçimlenen bağımlılık ilişkileri çerçevesinde içeride kurdukları iktidarın, ülkenin demokratikleşme hamlelerine nasıl tepki verdiği bilinmektedir.”
Askeri darbeler ve müdahalelerle, ‘parlamenter sistem’ adı altında kurumsal hale getirilen bu iktidar yapısının değiştirilmesi yönünde atılacak adımların önünü kesmek, eski iktidar geleneğinin ‘Tek parti’ yönetiminin mirasçıları için anlamlı olabilir fakat onlar tarafından 3 Mayıs 1944’te ‘tabutluklara sokulan’, resmi iktidarın bütün baskı araçlarıyla saldırıya uğrayan Ülkücülerin, bu sistemi savunmak için CHP ve HDP ile aynı safta buluşmasını istemek (buluşacağını tahmin etmek!) sadece ahlaki bir problem midir?