Anayasa değişikliği sürecindeki tartışmaları ortaya koyan önermeler kısaca şöyle özetlenebilir: 1-Cumhuriyet elden gitmektedir, rejim değiştirilmektedir. 2-Meclis etkisiz hale getirilmektedir çünkü iktidar halktan alınıp saraya verilmektedir. 3-Parlamenter sistemdeki güçler ayrılığı ortadan kaldırılmaktadır, bütün iktidar tek elde toplanmaktadır. 4- Yönetimde keyfilik dönemi başlamaktadır, çünkü Başkan istediği konuda kararname çıkaracak ve bunları kendisi uygulayacaktır. 5- Yeni sistemde devlet başkanı hiç kimseye hesap vermeyecektir, çünkü bütün kurumları kendisi veya kendisine bağlı kimseler yönetecektir.
Ulaştıkları sonuç açıktır: Başkanlık veya cumhurbaşkanlığı sistemine geçmek yanlıştır çünkü parlamenter sistem, bütün bu iddialarının aksini kapsamaktadır ve daha iyidir.
İktidarın yapısı değişiyor
Bu yazıda her bir önermeyi teker teker ele alıp onun nasıl geçersiz olduğunu ortaya koymadan önce, bu yapıyı savunan anlayışı/zihniyeti yani Türkiye’deki ‘tarihsel iktidar bloku’ diye ifade ettiğim bir zümreler düzenini, bir ideolojiyi, militarizmin kurumsal düzenlemelerini ve mevzuatını savunan, tutucu ve saldırgan bu söylemin dayanaklarını göstermeye çalışacağım.
Bütün bu iddiaların arkasında ülkenin demokratikleşmesine karşı devlet içindeki iktidarlarını kaybetmek istemeyenlerin muhtelif unsurlarından oluşan bir ittifak bulunmaktadır. Bir anlamda Türkiye’nin toplumsal değişiminin ürettiği dinamiklere dayanarak güçlenen demokratikleşme süreci siyasi ilişkileri değiştirmiş, demokratikleşme sürecinin piyasa mekanizması üzerinden gelişmesine fırsat sağladığı yeni girişimciler, yeni üretim yapıları yeni bir ekonominin oluşmasına yol açmış ve nihayet iletişim-eğitim, küresel etkileşim ağları ve toplumsal hareketliliğin marifetiyle yükselen yeni orta sınıflar ‘tarihsel iktidar blokunun’ dayandığı ‘siyasi yapıyı’ artık ayakta duramaz hale getirmiş bulunmaktadır.
Bugün bu siyasal yapıyı ‘parlamenter sistem’ diye savunmaya çalışanlarla bir sistem tartışması yapmak beyhudedir; çünkü Türkiye’deki tartışma ‘başkanlık sistemiyle’ ‘parlamenter sistem’ arasında değildir. Türkiye’de ayakta tutulmaya çalışılan sistem militarist siyasal düzenlemeler, onların dayandığı geleneksel anti demokratik jakoben ideoloji, başta 27 Mayıs olmak üzere askeri darbelerin eseri ve ürünü olan kurumlardır. Dolayısıyla bir tarafta demokratik hükümet sistemlerinden biri olarak ‘parlamenter sistem’ ve bunun karşısında da ‘başkanlık sistemi’ var tartışması yanlıştır.
“Elbette biz bu sistemler arası tartışmayı yapıp birini savunabilirdik fakat mevcut sistem bütünüyle Büyük Millet Meclisi’ne yani millet iradesine karşı egemenliği kontrol eden bir hegemonyanın, Meclis’i etkisiz hale getirmeye dönük bir anayasacılık geleneğinin ürünü olan yapının değiştirilmesiyle ilgilidir.”
Saltanatın sonu: Milletin gücü
O halde meseleyi şöyle ortaya koyabiliriz: Türkiye demokratikleşme sürecinde ilerledikçe, anti-demokratik yapının kurumları demokratik güçler tarafından tasfiye edildikçe, karşısına bir engel olarak parlamenter sistem adı altında örgütlenmiş militarizmin çeşitli unsurları ve tortuları dikilmektedir. Darbe anayasalarında, Meclis’i, millet iradesini etkisiz hale getirmek için düzenlenmiş bu kurumsal yapılardan biri de ‘Cumhurbaşkanlığı’ kurumudur. Orası tarihsel iktidar blokunun son kalesidir. Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesiyle birlikte eski yapı çözülmüş bir çeşit ‘yapı bozumuna’ uğramıştır. O halde bugün yapılan militarist düzenin bütün tortularını kaldırıp yerine millet egemenliğine dayanan bir sistem değişimini gerçekleştirmektir.
Bu durumda yapılmak istenen millet meclisini etkisizleştirmek değil millet iradesini devletin bütün kurumlarına hâkim kılmaktır. ‘Millet iradesi Cumhurbaşkanlığı köşkünden içeri giremez’ diyen anlayışa bu değişimle ‘Başkanlık sistemiyle birlikte egemenlik her yerde, hem Meclis’te hem yürütmede millete aittir’ denilmektedir. Kısaca elden giden Cumhuriyet değil, bir devrin iktidar anlayışı, bir iktidar zümresinin, iktidar elitlerinin saltanatıdır.