Coğrafyamızda yaşanan olayların hiçbiri tesadüflerle açıklanamaz. Önce Irak’ın, Afganistan’ın işgal edilmesinin, arkasından demokratikleşme yönünde adımlar atan ülkelere yapılan müdahalelerin, Mısır’da Mursi’ye karşı yapılan darbenin, Tunus’ta başlayan sürecin kesilmesinin, Libya’da, Suriye’de ortaya çıkan bahar hareketlerinin kanla bastırılmasının hiçbiri tesadüfen meydana gelmemiştir. Tabiat olaylarında tesadüf olmadığı gibi toplumsal hareketlerin de, farklı mahiyette de olsa, tesadüfi değil belli düzenlilik ilişkileri içinde anlaşılması, açıklanması gerekir.
“Emperyalizmin bir işgal, bir kolonizasyon hareketi olmaktan yani sömürgecilikten farklı, kapitalizmin ekonomik yapılar üzerinden kurduğu bağımlılık ilişkileri ve siyasal tahakküm biçimi olduğunu savaş dâhil askeri operasyonların bu yöntemlerin önünü açmak için kullanıldığını vurgulamak gerekir.”
Emperyalizmin sonu mu?
Batı kapitalizmi, yaklaşık yüzyıldır ABD emperyalizminin hegemonik üstünlüğü altında dünya üzerinde bağımlılık ilişkileri kurmuş ve bunu yönetmek üzere gerektiği anda askeri müdahaleler yapmakta tereddüt etmemiştir. Askeri müdahalelerle bölüp parçaladığı ülkeleri de ekonomik ve siyasi bakımdan denetim altına alıp yönetmekte de uzun yıllar boyunca sorun yaşamamıştır. Üzerinde durduğum husus tam da bu noktada ortaya çıkan durumla ilgilidir.
“Batı’nın dünya üzerindeki hegemonik üstünlüğü zayıfladıkça, emperyalist siyasetin ekonomik ve siyasal bağımlılık ilişkisi üretme kabiliyeti kaybolma eğilimine girmekte, o zaman da çeşitli askeri müdahale ve ‘vekâlet savaşı’ dedikleri türden askeri saldırılara yönelmektedir.” İşin ilginç tarafı, yaklaşık yirmi yıldır operasyon yapılan bütün coğrafyalarda bu operasyonların başarısız örneklerine rastlamanın mümkün olmasıdır. ABD’nin parçalayıp böldüğü ülkeleri, bölüp parçalasa da yönetme gücünün olmadığı da örneklerle ortaya çıkmıştır.
Emperyalist siyasetin çökme nedenlerinin analizini burada yapmak mümkün olmayabilir fakat şu kadarını belirtmek gerekir ki bugün karşılaşılan olaylar dünden niteliksel olarak farklıdırlar. Bunlar; birincisi küreselleşme dinamikleri denilebilecek faktörlerin rolünün devreye girmesidir. İkincisi, iki bloklu dünyada Soğuk Savaş kutuplaşmasının ABD emperyalizminin kapitalist ilişkiler üzerinden yapılaşmasını sağlayan ortamının değişmesidir. Üçüncüsü ise, Sanayi Çağının yayılma/genişleme biçimi olan emperyalizmin yerini yeni kolonyalizmin araçlarının alması; bir başka ifadeyle sömürü mekanizmalarının değişmesiyle birlikte eski emperyalist siyasetin etkisinin zayıflamasıdır.
Başka bir dünya
Bugün Doğu-Batı kutuplaşmasında ağırlık noktasının hızlı bir biçimde Doğu’ya kaymakta olduğu düşünülünce artık Batı’nın işinin zor olduğu bir döneme girildiği görülecektir.
İşte emperyalist politikaları uygulayarak Ortadoğu’yu eski usullerle kontrol etmeye, elinde tutmaya çalışan ABD’nin çelişkileri bu aşamada iyice açığa çıkmaktadır. “Batı, dünya üzerindeki hegemonik üstünlüğünün hızlıca zayıflaması, hâkimiyet alanlarının ayaklarının altından kaymasının meydana getirdiği panik sonucu, emperyalist siyasetin en vahşi boyutu askeri müdahale ve savaşı devreye sokmuştur. Ortadoğu toplumlarının yaşadığı yüz yıllık birikim üzerinde yükselen ekonomik ve toplumsal gelişmelerin ortaya çıkardığı demokrasi, bağımsızlık ve özgürlük taleplerinin karşısında bu vahşi müdahalelerin neticesi olan katliamlar sadece tepki ve öfkeye sebep olmakla kalmamakta, Batı’ya karşı alternatif dayanışma ve yeni stratejik ortaklık arayışlarına yönelmeye yol açmaktadır.”
Bugün Türkiye’nin, başta patronajı olmak üzere Batı sistemiyle yaşadığı sorunlar, sadece konjonktürel değil bu yapısal değişimin neticesi olarak görülmelidir.